19 Ocak 2015 Pazartesi

İngilizce Deyimler ve İfadeler 61

English Expressions & Phrases


put yourself in one's shoes (place/position)

= try to understand one's situation/feelings
    to empathise
    imagine what it is like to be in their position
    see the situation through someone’s eyes
    stand in the other person's place and look at the situation through their eyes
    imagine how someone else feels in a difficult situation
    to see how it feels when you put yourself in smoeone's place
    the phrase implies one should show empathy
    walk/stand in one's shoes

= kendini başkasının yerine koymak
    kendini benim/onun yerine koy
    empati yap ve beni/onu anlamaya çalış
    durumu başkasının gözüyle görebilmek/değerlendirebilmek



* Try to put yourself in my shoes. How would you react?
  (Kendini benim yerime koymaya çalış. Nasıl bir tepki verirdin/tepkin nasıl olurdu?)

* Put yourself in my place - what else could I have done?
  (Kendini benim yerime koy. Başka ne yapabilirdim ki?)

* Try to put yourself in my shoes and don't be so hard on me.
  (Kendini benim yerime koymaya çalış/koymayı dene, ve bana bu kadar çok yüklenme/üstüme gelme.)

* What was I suppose to do? Try to put yourself in my place.
  (Ne yapmalıydım? Kendini benim yerime koymayı dene.)

* It's easy to be understanding if you always put yourself in the other person's place.
  (Kendini her zaman başkalarının yerine koyarsan, anlayışlı olman/halden anlaman kolay olur/kolaylaşır.)

* If you put yourself in my place, you would understand why I did that.
  (Eğer kendini benim yerime koyarsan, bunu niye yaptığımı anlayacaksın/anlarsın.)

* Well what would you do? Just put yourself in my shoes.
  (Sen ne yapardın? Bir kendini benim yerime koy.)

* What could I have done to solve the problem? Just put yourself in my shoes.
  (Sorunu çözmek/halletmek için ne yapabilirdim ki? Bir kendini benim yerime koy.)

* I put myself in Tom's shoes and realized that I would have made exactly the same choice.
  (Kendimi Tom'un yerine koydum ve anladım ki benim de kesinlikle tercihim aynı olurdu.)

* Put yourself in other people's shoes when you are communicating.
  (İletişim sırasında kendinizi başkalarının yerine koyun.)

* Don't be angry with her. Just try to put yourself in her shoes. Don't you know how she feels?
  (Ona kızma. Sadece kendini onun yerine koy/empati yapıp onu anlamaya çalış. Neler hissettiğini anlamıyor musun?)

* You should put yourself in her shoes.
  (Kendini onun yerine koymalısın.)

* A: You know I didn't mean to hurt you, but I had no choice.
  (Seni kırmak/üzmek istememiştim, biliyorsun, ama başka çarem yoktu/elimden başka birşey gelmiyordu.)
  B: That's no excuse for what you did to me.
  (Senin bana bu yaptığının özrü/bahanesi yok/olamaz.)
  A: Try to put yourself in my place. What would you have done?
  (Kendini benim yerime koymaya çalış. Sen ne yapardın?)
  B: I see your point.
  (ne demek istediğini anladım/anlıyorum/seni anlıyorum)

* Put yourself in customer's shoes when you are picking out your tags.
  (Etiketleri/arama etiketlerini seçerken/belirlerken kendinizi müşteri yerine koyun/müşteri gözüyle bakmaya/değerlendirmeye çalışın.)

* If you could just put yourself in his shoes for a moment, perhaps you would understand why it is not as easy as you seem to think.
  (Kendini biraz/bir anlığına onun yerine koyarsan, belki de niye sandığın kadar kolay olmadığını anlayacaksın/anlarsın.)

* You are a good translator but you need to have more confidence and not be afraid to put yourself in an English speakers shoes.
  (İyi bir çevirmensin/çevirilerin iyi ama kendine daha fazla güvenip kendini İngilizce konuşanların yerine koymaktan çekinmemen/korkmaman gerekiyor.)

* I know you think Matt is a jerk, but put yourself in his shoes. He knows he made a mistake and he is doing his best to make things better.
  (Biliyorum, Matt'i kaba saba biri olarak görüyorsun/Matt senin gözünde kaba saba/görgüsüzün biri ama kendini onun yerine koy. Hata yaptığının farkında ve durumu düzeltmek için elinden geleni yapıyor/çabalıyor.)

* ... Finally, put yourself in the employer's shoes, or pretend that you are the employer, and decide if you would hire the candidate who wrote the letter.
  (... Son olarak da kendini işverenin yerine koy, yani sanki işveren senmişsin gibi hareket et, böylece mektupu/CV'yi yazan adayı işe alır mıydın karar ver.)

* Advertising used to be simple. Put an ad in the paper – the phone rings and people walk through your door.
  But put yourself in today’s consumer shoes for a second – when was the last time you picked up a phone book or flipped through a newspaper to find a local business?
  (Reklam işi/verme olayı önceden/eskiden basitti. Gazeteye reklam ver, telefonun çalsın ya da insanlar kapından içeri girsin.
  Fakat kendinizi bir anlığına/süreliğine günümüz müşterilerinin/tüketicilerinin yerine koyun. En son ne zaman yerel bir işletmeyi bulmak için telefon rehberinize bakmıştınız ya da gazeteye göz gezdirmiştiniz?)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder