18 Ocak 2015 Pazar

İngilizce Deyimler ve İfadeler 60

English Expressions & Phrases


there is something left

= used when we talk about something that has not been used completely
    something is remaining

= kalmak, geriye kalmak
    durmak


* We run out of paper yesterday. There's no paper left.
  (Dün kağıdı bitirdik/dün son kağıdı kullandık. Hiç kağıt kalmadı.)

* There is a lot of milk left in your glass.
  (Bardağında daha bir sürü süt duruyor.)

* There is only 2 months left for the exam. When do you plan to start studying?
  (Sınava sadece iki ay kaldı. Çalışmaya başlamayı ne zaman düşünüyorsun?)

* There isn't any tea left, I'm afraid. Won't you have some coffee instead?
  (Maalesef/ne yazık ki hiç çayım-ız kalmadı/çayım-ız bitti. Onun yerine kahve ister misin/alır mıydın/getireyim mi?)

* Is there any of that lemon cake left?
  (Limonlu kekinizden/pastanızdan hiç kaldı mı/var mı?)

* There was hardly any food left by the time we got there.
  (Vardığımızda çok çok az yemek kalmıştı/yemek neredeyse bitmek üzereydi.)

* There isn't any tissue left in the bathroom.
  (Tuvalette hiç tuvalet kağıdı kalmamış/tuvaletteki tüm tuvalet kağıtları bitmiş.)

* There isn't much space left in my office. I need a bigger one.
  (Ofisimde fazla yer kalmadı. Daha büyük bir ofise ihtiyacım var.)

* If you're going anywhere near the market, do get me some onions. There aren't any onions left in the house.
  (Marketin/bakkalın yakınında bir yere gidiyorsan, bana biraz soğan al. Evde hiç soğan kalmamış/evdeki tüm soğanlar bitmiş.)

* There isn't any salt left in the house.
  (Evde hiç tuz kalmamış/ evdeki bütün tuz bitmiş.)

* There is no sugar left in the pot.
  (Kavanozda hiç şeker kalmamış.)

* I'm afraid there isn't any coffee left.
  Maalesef/ne yazık ki hiç kahvem-iz kalmadı/kahvem-iz bitti.)

* There‘s almost no coffee left in the pot.
  (Kavanozda kahve yok denecek kadar kalmış/kavanozdaki kahve bitmiş sayılır.)

* Please boil some more water. There isn't any water left in the kettle.
  (Lütfen biraz daha su kaynat. Su ısıtıcısında hiç su kalmamış/ısıtıcıdaki su bitmiş.)

* There isn’t much food left in our cellar.
  (Kilerimizde fazla yiyeceğimiz kalmadı.)
  (Kilerimizdeki yiyecekler bitmek üzere.)

* There is no free seat left.
  (Hiç boş yer/koltuk kalmamış/bütün koltuklar dolu.)

* Are there any places left for tonight's concert?
  (Bu geceki konser için yeriniz kaldı mı/boş yeriniz var mı?)

* There isn't a single biscuit left in the packet.
  (Pakette bir tane bile bisküvi kalmamış/paketteki tüm bisküviler bitmiş.)

* There's only one chocolate left in the box.
  (Kutuda sadece/tek bir tane çikolata kalmış.)

* There isn't much time left. Please hurry.
  (Fazla vakit kalmadı. Lütfen acele et/çabuk ol.)

* She would like to make an apple-pie, but there aren't any apples left.
  (Elmalı turta yapmak istiyor ama hiç elma kalmamış.)

* I always sweeten my coffee, but there isn't any sugar left.
  (Kahveme her zaman şeker katarım ama hiç şeker kalmamış.)
  (Kahvemi her zaman/hep şekerli yaparım ama hiç şekerim kalmamış.)

* There is no work left for me here today.
  (Bugün burada bana hiç iş bırakmamışsınız.)
  (Bugün buradaki bütün işleri bitirmişsiniz.)

* There aren't many tickets left for the match.
  (Maç için fazla bilet kalmadı.)
  (Maç biletlerinin çoğu tükendi.)

* There's not a dime left in my account.
  (Hesabımda bir kuruş kalmadı.)

* There isn't any milk left!
  (Hiç süt kalmamış/sütü bitirmişiz.)

* There is nothing left between us.
  (Aramızda hiç birşey kalmadı/aramızdaki herşey bitti.)

* A: We can't make a fire!
  (Ateş yakamıyoruz.)
  B: I am not surprised, there aren't any matches left!
  (Hiç şaşırmadım/şaşmamak lazım, hiç kibritimiz kalmamış.)

* A: Is there any pizza left?
  (Hiç pizza kaldı mı?)
  B: Yes, there are two slices left.
  (Evet, iki dilim kaldı/duruyor.)

* A: Can I have some more, please?
  (Biraz daha alabilir miyim/verebilir misiniz lütfen?
  B: Oh, what a pity! There isn't any spaghetti left!
  (Ah ne yazık/üzücü/can sıkıcı bir durum/çok üzgünüm. Hiç spagatti/makarna kalmadı/kalmamış.)

* A: The porter is waiting for a tip!
  (Kapıcı bahşiş için bekliyor.)
  B: I see, but there isn't any money left!
  (Biliyorum ama hiç param kalmadı.)

* A: Can I wash my hands?
  (Ellerimi yıkayabilir miyim?)
  B: No, you can't, there isn't any soap left!
  (Hayır yıkayamazsınız, hiç sabun kalmadı.)

* A: We need a nice cup of tea!
  (Güzel bir çay ne iyi giderdi/gelirdi bize/şöyle güzel bir çay olsa da içsek!)
  B: Well, there isn't any tea left!
  (Hiç çay kalmadı/kalmamış/çayımız bitmiş.)

* A: The boot is full! Look!
  (Bagaj tıka basa doldu, baksana/görmüyor musun?)
  B: Don't worry, there isn't any luggage left!
  (Merak etme/rahat ol, hiç bagaj kalmadı.)

* A: Will you make an omelette?
  (Omlet yapacak mısın?)
  B: I'd like to, but there aren't any eggs left.
  (İstiyordum ama hiç yumurta kalmamış.)

* There's nothing left.
  (Hiç birşey kalmadı.)

* There's not a drop left.
  (Bir damla bile kalmadı.)

* There's two weeks left in school.
  (Okulun bitmesine iki hafta kaldı.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder