English Expressions & Phrases
there is something left
= used when we talk about something that has not been used completely
something is remaining
= kalmak, geriye kalmak
durmak
* We run out of paper yesterday. There's no paper left.
(Dün kağıdı bitirdik/dün son kağıdı kullandık. Hiç kağıt kalmadı.)
* There is a lot of milk left in your glass.
(Bardağında daha bir sürü süt duruyor.)
* There is only 2 months left for the exam. When do you plan to start studying?
(Sınava sadece iki ay kaldı. Çalışmaya başlamayı ne zaman düşünüyorsun?)
* There isn't any tea left, I'm afraid. Won't you have some coffee instead?
(Maalesef/ne yazık ki hiç çayım-ız kalmadı/çayım-ız bitti. Onun yerine kahve ister misin/alır mıydın/getireyim mi?)
* Is there any of that lemon cake left?
(Limonlu kekinizden/pastanızdan hiç kaldı mı/var mı?)
* There was hardly any food left by the time we got there.
(Vardığımızda çok çok az yemek kalmıştı/yemek neredeyse bitmek üzereydi.)
* There isn't any tissue left in the bathroom.
(Tuvalette hiç tuvalet kağıdı kalmamış/tuvaletteki tüm tuvalet kağıtları bitmiş.)
* There isn't much space left in my office. I need a bigger one.
(Ofisimde fazla yer kalmadı. Daha büyük bir ofise ihtiyacım var.)
* If you're going anywhere near the market, do get me some onions. There aren't any onions left in the house.
(Marketin/bakkalın yakınında bir yere gidiyorsan, bana biraz soğan al. Evde hiç soğan kalmamış/evdeki tüm soğanlar bitmiş.)
* There isn't any salt left in the house.
(Evde hiç tuz kalmamış/ evdeki bütün tuz bitmiş.)
* There is no sugar left in the pot.
(Kavanozda hiç şeker kalmamış.)
* I'm afraid there isn't any coffee left.
Maalesef/ne yazık ki hiç kahvem-iz kalmadı/kahvem-iz bitti.)
* There‘s almost no coffee left in the pot.
(Kavanozda kahve yok denecek kadar kalmış/kavanozdaki kahve bitmiş sayılır.)
* Please boil some more water. There isn't any water left in the kettle.
(Lütfen biraz daha su kaynat. Su ısıtıcısında hiç su kalmamış/ısıtıcıdaki su bitmiş.)
* There isn’t much food left in our cellar.
(Kilerimizde fazla yiyeceğimiz kalmadı.)
(Kilerimizdeki yiyecekler bitmek üzere.)
* There is no free seat left.
(Hiç boş yer/koltuk kalmamış/bütün koltuklar dolu.)
* Are there any places left for tonight's concert?
(Bu geceki konser için yeriniz kaldı mı/boş yeriniz var mı?)
* There isn't a single biscuit left in the packet.
(Pakette bir tane bile bisküvi kalmamış/paketteki tüm bisküviler bitmiş.)
* There's only one chocolate left in the box.
(Kutuda sadece/tek bir tane çikolata kalmış.)
* There isn't much time left. Please hurry.
(Fazla vakit kalmadı. Lütfen acele et/çabuk ol.)
* She would like to make an apple-pie, but there aren't any apples left.
(Elmalı turta yapmak istiyor ama hiç elma kalmamış.)
* I always sweeten my coffee, but there isn't any sugar left.
(Kahveme her zaman şeker katarım ama hiç şeker kalmamış.)
(Kahvemi her zaman/hep şekerli yaparım ama hiç şekerim kalmamış.)
* There is no work left for me here today.
(Bugün burada bana hiç iş bırakmamışsınız.)
(Bugün buradaki bütün işleri bitirmişsiniz.)
* There aren't many tickets left for the match.
(Maç için fazla bilet kalmadı.)
(Maç biletlerinin çoğu tükendi.)
* There's not a dime left in my account.
(Hesabımda bir kuruş kalmadı.)
* There isn't any milk left!
(Hiç süt kalmamış/sütü bitirmişiz.)
* There is nothing left between us.
(Aramızda hiç birşey kalmadı/aramızdaki herşey bitti.)
* A: We can't make a fire!
(Ateş yakamıyoruz.)
B: I am not surprised, there aren't any matches left!
(Hiç şaşırmadım/şaşmamak lazım, hiç kibritimiz kalmamış.)
* A: Is there any pizza left?
(Hiç pizza kaldı mı?)
B: Yes, there are two slices left.
(Evet, iki dilim kaldı/duruyor.)
* A: Can I have some more, please?
(Biraz daha alabilir miyim/verebilir misiniz lütfen?
B: Oh, what a pity! There isn't any spaghetti left!
(Ah ne yazık/üzücü/can sıkıcı bir durum/çok üzgünüm. Hiç spagatti/makarna kalmadı/kalmamış.)
* A: The porter is waiting for a tip!
(Kapıcı bahşiş için bekliyor.)
B: I see, but there isn't any money left!
(Biliyorum ama hiç param kalmadı.)
* A: Can I wash my hands?
(Ellerimi yıkayabilir miyim?)
B: No, you can't, there isn't any soap left!
(Hayır yıkayamazsınız, hiç sabun kalmadı.)
* A: We need a nice cup of tea!
(Güzel bir çay ne iyi giderdi/gelirdi bize/şöyle güzel bir çay olsa da içsek!)
B: Well, there isn't any tea left!
(Hiç çay kalmadı/kalmamış/çayımız bitmiş.)
* A: The boot is full! Look!
(Bagaj tıka basa doldu, baksana/görmüyor musun?)
B: Don't worry, there isn't any luggage left!
(Merak etme/rahat ol, hiç bagaj kalmadı.)
* A: Will you make an omelette?
(Omlet yapacak mısın?)
B: I'd like to, but there aren't any eggs left.
(İstiyordum ama hiç yumurta kalmamış.)
* There's nothing left.
(Hiç birşey kalmadı.)
* There's not a drop left.
(Bir damla bile kalmadı.)
* There's two weeks left in school.
(Okulun bitmesine iki hafta kaldı.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder