16 Mayıs 2013 Perşembe

7 Gün 3 Ülke (ARNAVUTLUK-KARADAĞ-HIRVATİSTAN) 1.Bölüm

    07 May-14 May 2013
    Geçen sene gerçekleştirmeyi düşündüğüm fakat kızımın doğumunu beklemem gerektiğinden bu seneye ertelediğim üç ülkelik Balkan seyahatimin zamanı gelmişti. Üç ülkeyi gezecektim: Arnavutluk, Karadağ ve Hırvatistan

Yalnız gezmek zor… Dünyanın her türlü hali var. Güvenlik bir yana, insan gördüğü güzellikleri ve yaşadıklarını an be an paylaşma ihtiyacı duyuyor. Yabancı bir ülkede yanında tanıdık birinin olması insana daha huzur veriyor. Programı arkadaşım Murat’a açmıştım, gelebileceğini söyledi. O da kendi arkadaşı Enes’e teklif etti. Sonuçta üç kişi olmuştuk. Üç kişi iki kişiden ve dört kişiden iyidir.

Önce bilet… Bilet al ki vazgeçmek için bahanen olmasın. Gidiş Tiran, Dönüş Zagreb olmak üzere Ocak 2013’te THY kişi başı 585 TL’ye biletlerimizi aldık.

Neden Mayıs? O bölge için havaların ortalama olduğu bir tarih… Yağmurların kesildiği, güneşin çok yakmadığı bir tarih… Ayrıca turist sezonunun öncesi olduğundan hem kalabalık değil hem de pahalı değil…

Neden bu üç ülke? Daha önce Kosova, Makedonya ve Bosna Hersek’i gezmiştim. Arnavutluk’un yanı sıra eski Yugoslavya ülkelerinden Karadağ ve Hırvatistan’ı da gezip Tito’nun ziyaret etmediğim toprakları sadece Sırbistan ve Slovenya kalsın istedim. Bir dahaki programda Sırbistan ve Slovenya olacak. (2011 gezimde Kosova ve Makedonya’dan Sırbistan’a giriş yapıp Presheva’da dayımları ziyaretimi Sırbistan gezisi olarak kabul etmiyorum. Belgrad’sız Sırbistan gezisi mi olur? )

Bu arada hakkımda kısa bir bilgi: Babamlar Boşnak, Saraybosna göçmeni. Gerçi babam Sakarya doğumlu. Annem ise Kumanova/Makedonya doğumlu Arnavut. Bendeniz de melez bir Türkiye vatandaşı… Evde iki dil de konuşulmayınca, birkaç kelime haricinde ne Boşnakça bilirim ne de Arnavutça…

Üç ülke hakkında araştırma yapmaya başlamıştım. Zaten geçen seneden baya bir notum vardı. Derken Mart ayında bir sürpriz: Hırvatistan artık vize istiyor. AB’ye girdiği için 1 Nisan itibariyle Türkiye vatandaşlarından vize istiyor. Haydaaa… Ya vize alamazsak? Bu korkuyla bir ara programı değiştirmeyi bile düşündüm. Neyse sonuçta vizeyi gayet kolay bir şekilde aldık. Uçak biletlerimizi ve hotel rezervasyonlarımızı belgeleyerek Turizm firmasına pasaportlarımızı teslim ettik. 3 işgünü içerisinde vizemizi aldık. Bu bize 55 Euro artı 80 TL’ye mal oldu.

Bir iki defa üç arkadaş bir araya gelip program detayı üzerinde konuştuk. Her seyahatte ana hedefim olan günlük en fazla 100 Euro harcama limitimi anlattım. Program yoğun olduğundan zaman bizim için çok kıymetliydi. Dolayısıyla ulaşım ana sorundu. Toplu ulaşım araçları kullanarak bu programı bu sürede gerçekleştirmemiz imkânsızdı. Ya araba kiralayacaktık ya da taksi tutacaktık. Araba kiralama seçeneği çok pahalı bir seçenekti. Çünkü Tiran’dan teslim aldığımız arabayı Zagreb’de teslim edecektik. Haliyle arabanın dönüş maliyeti fiyata yansıyordu. Ayrıca bilmediğin yollarda araba kullanmak, haritaya bakıp yer bulmak gecikmeye sebep olduğu gibi yolda görülebilecek güzelliklerin kaçmasına da neden oluyor. Tercihimiz şoförlü taksi tutmak oldu. Bu nedenle 100 Euro limitimizin en büyük kısmı ulaşıma gidecekti. Öyleyse konaklama maliyetini aşağıya indirmemiz gerekiyordu. Üç erkek… Yanımızda değer verdiğimiz eşimiz, çocuklarımız yok… Lükse ne gerek var? Hostellerde kalmayı teklif ettim. Sonuçta ortalama temizlik ve güvenlik yeterliydi. Arkadaşlar teklifimi kabul edince konaklama ayarlamalarını buna göre yaptım. Kaldığımız her mekânın detayını yeri gelince vereceğim.

Günlük konaklama yapacağımız için eşyalarımız yanımızda olacaktı. Bu nedenle el bavulu/çantası yerine sırt çantası almamız gerekiyordu. Sırt çantası ile gezmek… Yanımıza alacağımız eşyaları çok detaylı düşünmemize neden oldu. Üç atlete ne gerek var mesela…100 gram 100 gramdır…

Üzerimdeki kıyafet haricinde çantama aldıklarım: Bir pantolon, üç tişört, iki atlet, bir boxer, bir eşofman, bir yağmurluk, bir şapka, bir terlik, bir ayakkabı, iki çorap, en incesinden havlu, notlarım, okuyacağım kitap (İbn Faldan Seyahatnamesi) ağrı kesici ve kas gevşetici haplarım, diş fırçam ve macunum, mini eşantiyon şampuan ve vücut sabunu, pişik kremim, parfüm ve roll on, çantasız fotoğraf makinem (Canon EOS 600D), telefon ve fotoğraf şarjım, Kocaeli Dağcılık Flaması…

Önemli not: Yanınıza almanız gereken eşyalarla ilgili mutlaka birkaç hafta öncesinden not almaya başlayın. Aklınıza gelen her şeyi yazın. En son gün eleme yaparsınız.

Ve para… Günlük 100 euro hedefimizden 7 gün 700 Euro ve ihtiyat parası artı 300 Euro olmak üzere yanımıza 1000’er Euro aldık. Zaten kredi kartlarımız da var. Bu parayı şu şekilde hazırladım: 4x100+6x50+10x20+5x10+10x5

Seyahat boyunca parayı ikiye ayırdım. Cüzdanda 100 Euro kadar para bıraktım. Diğer kısmı poşet içinde diğer cebimde muhafaza ettim. Asla sırtçantanızda değerli şeyinizi bırakmayın. Pasaportunuz ve paranız/cüzdanınız daima cebinizde olsun.

Telefon hattımız yurtdışında açıktı. Normal Türkiye’deymişçesine sorunsuz kullandık telefonlarımızı. Gitmeden önce Turkcell’i inceleyip en uygun tarifenin akıllı yurtdışı tarifesi olduğunu gördüm. Tarifelerimizi buna göre ayarladık.

Ve yolculuk günü gelsin artık!..
7 Mayıs 2013 Salı sabah 7:30 uçağıyla havalanıyoruz. Kalkmamız inmemiz yaklaşık 1,5 saat sürüyor. Sorunsuz bir yolculuk… Kahvaltıyı uçakta yapıyoruz. Balkanlar dağlarıyla karşılıyor bizi. Zaten Balkan kelimesi dağlık anlamına geliyor.

Biz Arnavutluk desek de, Arnavutların  ülkelerine verdikleri ad başkadır. ‘Shqiperi’ derler ülkelerine, yani Kartal Yurdu. Kendilerini de ‘shqiptar’ olarak tanımlarlar. Tüm bu kelimeler Arnavutça ‘kartal’ anlamına gelen ‘shqip’ sözcüğünden türetilmiştir.

İşte Arnavutluk hakkında derlediğim notlardan birkaçı:

* vize istenmiyor.

* Uçak 1,5 saat sürüyor.

* Havaalanından Tiran şehir merkezi taksi pazarlıkla 20-30 euro (Biz 20 euro verdik)

* nüfus yaklaşık 4 milyon (%70 Müslüman, %30 Hıristiyan/ Küçük azınlık grupları dışında nüfusun %95′i Arnavut)

* Para birimi Leke… Euro ve TL de geçiyor. 1 TL= 60 Leke civarı (TL hiç kullanmadık. Euro bozdurduk. 1 Euro 140 Leke’ydi.)

* Arnavutluk müslümanlarının ağırlıklı bir bölümü Bektaşi olup ülkede birçok Bektaşi tekkesi mevcuttur.

* çok dağlık bir ülke… (topraklarının %70’i dağlık)

* Osmanlı’dan kopan en son Balkan ülkesi…

* meşhur diktatör Enver Hoca’nın ülkesi… Enver Hoca’ya babası Enver adını İttihat Terakkinin liderlerinden ve Osmanlı’nın son dönemine damgasını vuranlardan biri olan Enver Paşa’ya hayranlığından dolayı vermiştir. Enver Hoca, ülkeyi 41 yıl aralıksız yönetti ve 11 Nisan 1985'te geçirdiği bir kalp krizi sonucu öldü.

* Enver Hoca döneminde bütün kilise ve camiler kapatılmış ve Arnavutluk, 1967 yılında resmi olarak dünyadaki ilk ateist devlet olmuştur.

* Balkanlarda Sovyetlerin desteğini almaksızın ya da işgaline uğramaksızın kendi başlarına sosyalist devrimi gerçekleştirmiş tek ülke…


1. Gün TİRAN-PETRELA-ELBASAN-BERAT (7 May 2013)

Uçaktan inip doğruca pasaport kontrolüne geçiyoruz. Seyahatimizin amacı soruluyor. Üç arkadaş arasında İngilizcesi en iyi olan ben olduğumdan görevliyle ben muhatap oluyorum. Vize istenmiyor diye ülkeye kolayca girebileceğinizi düşünmeyin. Geçmişte eroin gibi kanunsuz işlerde yakalananların birçoğunun Türkiyeli olması ve bu ülke üzerinden İtalya’ya kaçak yollarla geçmek isteyen özellikle doğulu birçok Türkiyelinin bulunması nedeniyle bu ülkeye girişiniz zor olabilir. Pasaportumda Kosova/Makedonya damgalarının olması, seyahat planımızı izah etmem nedeniyle kolay bir şekilde pasaport kontrolünü geçiyoruz.

Arnavutlukta bize iki gün eşlik edecek olan taksi şoförümüz Hüsnü abinin anlattıklarına göre birçok Türk vatandaşı ülkeye alınmamış veya saatlerce sorguya tutulmuş. Öyle ki firmalar getirdikleri işçi için garanti veriyorlarmış. Hatta firma görevlisi, işçileri şantiyeye bırakınca pasaportlarını alıp muhasebeye veriyor ve kasada saklı tutuyorlarmış.

Tiran havaalanı ülkenin tek uluslar arası havaalanı. Nene/Mother Terasa ismi fakat Rinas bölgesinde olduğundan daha çok bu isimle anılıyor. Tiran merkeze yaklaşık 12 km uzaklıkta.

Rahibe Teresa, asıl adı Agnes Gonca Boyacı olan Rahibe Terasa (1910, Üsküp, Makedonya - ö. 5 Eylül 1997, Kalküta, Hindistan) Arnavut bir aileden geliyor. Arnavutların çok sevdiği bir isim…Tiran, Prishtina ve Üsküp’te Rahibe Teresa’nın heykellerine rastlamak mümkün.

Sırtımızda çantamız havaalanının dışına çıkıyoruz. Güneşli güzel bir gün… Taksi şoförleri kapıda bekliyor. 20 Euro (yaklaşık 50 TL) fiyat ortalama olduğundan kabul edip şehir merkezi İskender Bey meydanına doğru yola çıkıyoruz. Türkiyeli olduğumuzu öğrenen taksi şoförü telefon açıp bizi Türkçe konuşan Hüsnü adında biriyle görüştürüyor. Bu arkadaş 8 sene kadar Zeytinburnu’nda tekstil işinde çalışmış bir Arnavut. Telefon numarasını alıyoruz.

Yaklaşık 20 dakika içinde Tiran merkezdeyiz. Şoför bizi tam Opera binasının önünde indiriyor. Tiran Tiran dedikleri işte bu meydan… Tiran’da gezip görülebilecek yerler bu meydan ve meydandan Tiran Üniversitesi’ne kadar uzanan 3-4 km’lik Bulevardi Deshmorete Kombit” yani Şehitler Bulvarı üzerinde yer alıyor. Meydan Arnavutça “sheshi” demek… Cadde/sokak ise Rr…

Arnavutların yaşadığı her yerde göreceğiniz İskender Bey hakkında kısa bir bilgi vereyim: Arnavutların ortak milli kahramanı… 1404 yılında Arnavutluk’ta doğmuş. Osmanlı sarayında yetişen Gjergi Kastrioti’nin adı, Fatih Sultan Mehmet’in babası II.Murad zamanında “İskender Bey” olarak değiştirilmiş. Yeniçeri olarak yetiştirilen, İslamiyet’i kabul eden ve Fatih Sultan Mehmet’le aynı hocalardan ders alan İskender Bey’e, daha sonra Sırbistan ve Arnavutluk Sancak Beyliği verilmiş. Osmanlı ordusu ile birçok savaşa katılan ve çok başarılı olan İskender Bey, bununla yetinmeyip, Arnavutluk’un özerk yönetiminin kendisine verilmesini istemiş. Bu isteği kabul edilmeyince de Osmanlıya karşı savaş açmış daha sonra da Hıristiyan olmuş. Asıl ünü şuradan geliyor; Arnavutluk’un bağımsızlığı için mücadele veriyor ve 25 yıl boyunca hiçbir Osmanlı akınına yenilmiyor. Hatta Papa 3. Kalikst tarafından kendisine, Osmanlı akıncılarını bozguna uğrattığı için “Mukaddes Mekanın Genel Komutanı” unvanı verilmiş. İskender Bey daha sonra, Fatih tarafından düzenlenen 2.Arnavutluk seferi sırasında hastalanarak 1468’de ölüyor. İşkodra yolu üzerinde Leja şehrindeki bir kilise üzerinde bugün anıt bir mezarda yatmaktadır.

İlk iş olarak saat kulesi ve Ethem Bey Camiine yöneliyoruz. Okuduklarıma göre Saat Kulesi Salı günleri kapalıydı. Fakat kulenin yanındaki müzeden görevli çıkıp bize kuleyi ziyaret edebileceğimizi söyledi. Anahtarıyla kapıyı açan görevli elimize İngilizce yarım sayfalık bilgi notunu tutuşturuyor. Kişi başı ücret 200 leke (3,35 TL)… 5 Euro veriyoruz, bozuğunun olmadığını söyleyip 1 Euro veriyor. Fazla üstelemiyoruz. Kapalı diye bildiğimiz kuleyi gezebilecek olmamız bizi zaten fazlasıyla memnun ediyor.

Saat Kulesi (Clock Tower/Kulla e Sahatit): Hacı Ethem Bey (Ethem Paşa) tarafından 1820 yapımı… 90 basamak ile tepeye çıkılabiliyor, 35 m yükseklik… Önceden yüksek binalar yokken şehrin en yüksek yapısıymış. Şehri kuşbakışı izleyin buradan mutlaka…

Kuleden tüm meydanı ve şehri gözlemliyoruz ve fotoğraf çekiyoruz. Yaklaşık 15 dakika kulede vakit geçirip aşağıya iniyoruz. Sırada hemen yanı başındaki Ethem Bey camii var.

Ethem Paşa Camisi: (1789-1823) dönemin Tiran valisi olan Ethem Paşa tarafından yaptırılmıştır. Cami Rumeli’deki kalem işlemeciliği açısından en güzel olan üç camiden birisidir. Diğeri Makedonya-Kalkandelen’de (Tetova… ziyaret etmiştim), bir diğeri ise Bosna-Travnik’tedir. Bu üç camiye de Alaca Camileri denir. İç ve dış süslemeleri bir sanat harikasıdır. Enver Hoca döneminde müze olarak kullanılmıştır. Cami, Enver Hoca’nın hışmından müze haline getirilerek kurtulmuş; 1991 yılında 10 bin kişilik bir Müslüman topluluğu izinsiz olarak camide namaz kılmış, güvenlik güçleri ise buna tepki göstermemiş. Bu olay, komünizmin Arnavutluk’taki sonunu getirmiş ve din özgürlüğünün tekrar kazanılmasını sağlamış.

Caminin dışından fotoğraflarını çekiyoruz. Kapıyı defalarca çalmamıza rağmen açan olmadı. Namaz vakti gelmeden herhalde cami açılmıyor.

Yönümüzü duvarındaki Albania isimli kocaman partizanlar tablosuyla Milli Tarih müzesine çeviriyoruz. Müzenin ve civarın fotoğraflarını çekiyoruz. Meydana ismini veren İskender Bey’in at üstündeki heykelini fotoğraflıyoruz. Önceden bu heykelin yanında Enver Hoca’nın da heykeli varmış. Demokrasiyle geçişle birlikte bu dönemi hiçbir şekilde hatırlamak istemeyen insanlar heykeli kaldırmışlar.

İskender Bey meydanından Şehitler Bulvarı yönüne yürümeye başlıyoruz. Heykeldeki atın kuyruğunun baktığı yön bulvara çıkıyor. Şehitler Bulvarı şehrin tam ortası… İskender Bey meydanından başlayıp yaklaşık 4 kilometre boyunca uzanıp Tiran üniversitesi (1957)nin önündeki Rahibe Teresa Meydanı’na varıyor. Tiran’ın en geniş ve uzun caddesi… Rinia (Gençlik) Parkı, Taiwan kompleksi, Piramit, Ulusal Sanat Galerisi, Başkanlık, Kongre Binası, Kent Meclisi, Kültür Merkezi ve Parlamento binaları bu caddede bulunuyor.

Biraz ilerleyince sağ tarafımızda Rinia parkı görünüyor ve parkın içinde Taiwan Kompleksi… Taiwanlıların hediyesi olan bu bina şimdilerde havuzlu, estetik görünümlü bir restoran olarak kullanılıyor.

Rinia parkının hemen karşısında Piramit bulunuyor. Bu yapıyı Enver hoca kendisine mezar yeri olarak yaptırmış, kızı tarafından tasarlanmış, sonra ailesi tarafından müze haline getirilmiş. Bir ara TV stüdyosu olarak kullanılan bu eski yapı biz ziyaret ettiğimizde berbat durumdaydı. Tamamen terk edilmiş bir vaziyette… George Bush Arnavutluk ziyaretinde bu binanın önünde konuşma yapmış… Bugün ise bu haliyle binanın önünde mahalle muhtarını bile konuşturamazsınız.

Piramit’in bulunduğu alanın girişinde Barış Çanı var. Bu çan 1999’da İşkodralı çocuklar tarafından isyan sırasında atılan kurşunların eritilmesiyle yapılmış… Bu topraklar inşallah daha fazla zulüm ve gözyaşı görmez diyerek bulvarı yürümeye devam ediyoruz. 10 dakikalık bir yürümenin ardından meydanın sonuna yani Tiran Üniversitesine varıyoruz. Değişik bir mimarisi var. Binanın avlusunda Rahibe Teresa’nın heykeli var. Zaten üniversitenin önündeki meydanın adı da Rahibe Teresa meydanı…

Üniversite binasının avlusunda öğrencilerle yan yana oturup üç arkadaş durum değerlendirmesi yapıyoruz. Notlarımı karıştırıp bundan sonra gidilecek yerleri planlıyoruz. Büyük/Milli Park (Park u i Madh/Parku Kombetar)ı es geçmeye karar veriyoruz. Gündüz park bu saatlerde nasıl olsa hareketli olmayacak deyip yönümüzü tekrar geldiğimiz yöne çevirip soldan Bllokku mahallesine doğru yürüyoruz. Gördüğümüz ilk dövizcide 100 Euro bozduruyoruz. 14.000 lekemiz var artık. Tiran’da ve Arnavutluk’un birçok yerinde elinde paralar ile dövizcilik yapan insanlar var. Siz siz olun mecbur kalmadıkça bu insanlardan döviz bozdurmayın.

Bllokku Mahallesi Tiran’ın en renkli yerlerinden biri… Binalar rengarenk, sanatçı Edi Rama eseri… Bu bölgede birçok kafe ve restoran var. Akşam çok hareketli ve canlı olduğu söyleniyor.

Bllokku sokaklarında yürüyerek Şehitler Bulvarına paralel bulunan Skytower binasına geliyoruz. Otel ve restoran olarak hizmet veren bu bina, en üst katındaki 360° Rotating/revolving bar (dönen kafesi/restoranı) ile mutlaka ziyaret edilmeli. Tüm Tiran’ı buradan izleyebilirsiniz. Birer limonlu soda içtik. 750 Leke hesap ödedik. (12,5 TL).

Hedefimiz Murat Toptani Caddesi ve Tabakçılar/Dericiler köprüsü (Ura e Tabakëve/Tanners bridge)... 19. yy eseri bu köprünün altından artık sular akmıyor. Binaların ve yolların arasında sıkışıp kalmış ve gizli bir hazineymişçesine ziyaretçilerini bekliyor. Murat Toptani caddesi kentin tarihi eserlerini barındıran bir cadde... Vaktiniz varsa gezmenizi tavsiye ederim.

Dericiler köprüsünün ardından yönümüzü Süleyman Paşa meydanına doğru çeviriyoruz. Hedefimizde Kaplan Paşa Türbesi ve Bilinmeyen Partizanlar Anıtı var. Kaplan Paşa türbesi yeni yapılan bir binanın balkonunun altında kalmış ve restore halinde, etrafı çevrilmişti. Sekiz sütunlu bu türbeyi göremedik ne yazık ki... Hemen önünde Bilinmeyen Partizanlar anıtı var. Sol elinde silahı, sağ yumruğu havada... güzel bir manzara karşılıyor sizi...

Hemen oradaki bir taksici ile pazarlık yaparak Dajti expresine gidiyoruz. 1000 leke isteyen taksici 900 Lekeye indi. Dajti Expresi, Dajti dağına teleferik seferi düzenleyen bir firma… Kent merkezinden arabayla yaklaşık 10-15 dakika uzaklıkta… Teleferiku olarak geçiyor.

Dajti Expresse geldiğimizde taksiciye bugünkü planımızı bahsedip bizi Berat’a kadar götürmesini teklif ediyoruz. Önce Petrela kalesi, sonra Elbasan ve ardından Berat… Pazarlık ile 60 Euro’ya anlaşıyoruz. Dajti’ye çıkıp 15 dakika gezip tekrar ineceğiz ve taksici de bizi bekleyecek.

Teleferik fiyatları çeşitli… tek gidiş, gidiş dönüş şeklinde… Dajti’ye kara yolu da mevcut… Teleferik gidiş dönüş bileti 700 Leke… Yaklaşık 5-7 dakika içinde zirveye varıyoruz. Teleferik boyunca muhteşem bir manzara bize eşlik ediyor. Tiran’ı ufuk boyunca izleyebiliyorsunuz.

Zirvede hotel ve restoranlar var… Hatta restoranların arabaları müşteri bekliyor. Vaktimiz yok diye Hemen zirvenin yamacındaki Balkoni Restoranda yemek yiyoruz. Kızarmış ekmek, peynirli börek (byrek me quamesht), köfte (qofte korçe), etli makarna (lepur me çomlek), salata ve karışık et söylüyoruz. Limonlu soda ve sularla birlikte üç kişi toplam hesap  4500 leke… Yani adam başı 25 TL… Böyle bir mekanda fiyatın ne kadar ucuz olduğunu hesap edin artık…

Teleferik istasyonuna dönüş için geldiğimizde bizi bir sürpriz bekliyor. Hava muhalefeti nedeniyle seferlerin geçici olarak durdurulduğu söyleniyor. Bekliyoruz, bekliyoruz ve bekliyoruz… Bu arada ciddi büyüklükte dolu yağmaya başlıyor. Biz bekliyoruz ama taksici bekliyor mu acaba? Murat ve Enes yorgun düşüp uyuyakalıyorlar istasyonun sandalyelerinde. Ben de fırsattan istifade yol arkadaşım kitabımı okuyorum. “İbn Fadlan Seyahatnamesi”

Yaklaşık 2 saat beklemenin ardından teleferiğe binebiliyoruz. İniş de çıkış kadar keyifli. Murat teleferikten korktuğu için huzursuz olsa da yaptığımız şakalarla hiç anlamıyor yolculuğu…

İstasyona vardığımızda taksici buhar olmuş… Eee haklı o kadar kral beklenmez… Hemen oradaki bir taksici ile aynı pazarlığı yapıyoruz ama iki katı fiyat veriyor. Sıkıştığımızı anladığından indirime de yanaşmıyor. Aklımıza sabah konuştuğumuz Hüsnü abi geliyor. Telefonunu arayıp ona teklif ediyorum. Pazarlık neticesinde 80 Euro’ya anlaşıyoruz. Kafede oturup onu beklerken machiatomuzu içiyoruz. (70 leke) (şişe su 50 leke)… yaklaşık yarım saate Hüsnü abimiz geliyor. Güzel bir Türkçesi var. Hemen vakit kaybetmeden yola koyuluyoruz. Hedefimiz Petrela Kalesi
Ethem Bey Cami ve Saat Kulesi

Ethem Bey Camii

Saat kulesinden İskender Bey Meydanı..

Ulusal Tarih Müzesi

Meydana adını veren İskender Bey heykeli

Rinia parkı ve Taiwan Kompleksi

Piramid ve Barış Çanı

Barış Çanı

Tiran üniversitesi ve Nene Teresa meydanı

nene Terasa heykeli

Skytower

Bllokku mahallesinde rengarenk evlerden biri...

Skytower'den Rinia parkı ve Taiwan kompleksi

Dericiler köprüsü

Bilinmeyen Partizanlar Anıtı

Teleferiku/Dajti express



Dajti'de dolu sürprizi

Dajti'de mahsur kaldık
 

Petrela Kalesi Tiran yakınında, arabayla yaklaşık yarım saat… Mutlaka görülmeli… İmparator Justinian tarafından inşa ettirilen Petrela Kalesi’nin duvarları İS 500 yılında yaptırıldı. Osmanlı döneminde garnizon olarak kullanılan kale Tiran’ın 15 kilometre güneybatısında, Elbasan yolundaki Farka Köprüsü’nden sonra bulunuyor.

Araba kalenin bulunduğu yamacın dibine kadar çıkabiliyor. Kale ve ahşap kafesi güzel bir manzara sunuyor. 3 dakikalık bir yürüyüşle kaleye çıkıyoruz. Aşağıyı tüm çıplaklığıyla izleyebiliyorsunuz. Kalede kafede oturup soluklanıyoruz. İtalyan yapımı üzüm suyu söylüyoruz. (200 leke)
Petrela Kalesi

Petrela Kalesinden...

Kaledeki ahşap kafe/restoran


 

Ve tekrar yollardayız. Hedefimiz Elbasan… Elbasan yolu dağlık ve virajlı… Fakat tabiat muhteşem… Yol boyunca çeşitli anıtlar görüyoruz. Bunlar yolda kaza yapan insanların anısına yakınlarının yaptıkları resimli çerçeveli veya mermer küçük anıtlar… Uyarıcı olmadığı kesin, çok sayıda var çünkü…
 

Yolda kiraz satılıyor, mevsimin ilk kirazı bu bölgede çıkıyormuş. Sapı 200 leke… çok lezzetli..
 

Yolda ertesi gün için teklif Hüsnü abiden geliyor. Berat’a gitmişken niye boş dönsün ki… Çetin pazarlıklar sonucu Berat-Kruja-İşkodra için 160 Euro’ya anlaşıyoruz. Bu da tamam, rahatladık…

Ve tepeden Elbasan görünüyor. Geniş düzlüğe yayılmış kent hafif yağmurla karşılıyor bizi… Türk firması Kürüm Demir’in devasa tesisleri de göz önünde…

 

Elbasan… Osmanlı’nın Arnavutluk topraklarında ilk ayak bastığı şehir… Bu nedenle bu şehre Elbasan adı verilmiş. Diğer rivayet: Kalesinin sağlamlığı sebebiyle güçlü/kuvvetli anlamında… Türk mutfağında bulunan Elbasan Tava bu bölgeye ait. Fakat bugün bu bölgede bu yemek bilinmiyor.

Kalenin olduğu ana caddeye geliyoruz. Cadde çok işlek.. akşamüstü cıvıl cıvıl.. Kalabalığa karışıp kalenin ve saat kulesinin resimlerini çekiyoruz.
 
saat kulesi (16.. yy) orijinal haliyle duruyor. Roma döneminden kalma tarihi kale… kalenin giriş kapısında Osmanlı döneminden ayet yazılı kitabe var…

Kale ve saat kulesinin olduğu ana caddeyi bitirip sağdan caddeye girerek kale boyunca devam ediyoruz. İlk sokaktan kaleye giriş yapıyoruz. Arnavut kaldırımlı sokaklarda yürüyüp kale içinde yaşamın devam ettiği evleri gözlemliyoruz.
Elbasan kalesi ve saat kulesi






 

Yaklaşık 30-45 dakika Elbasan’da dolaştıktan sonra tekrar yollardayız. Dajti’de vakit kaybettik. Normal programa göre ikindiden sonra Berat’ta olmamız gerekiyordu. Berat yolunda güneşi batırıyoruz. Berat yolu çok bozuktu. Otobüs ve kamyonların bile kullandığı bu yol delik deşik bir haldeydi.
 

Tiran’a 100 km mesafede olan, arabayla yaklaşık 3-3,5 saat süren Berat’a akşam 9 gibi varıyoruz. Doğruca otelimize (Hotel Berati) gidiyoruz. Odamızı görüp eşyaları koyduktan sonra aşağı lobiye varıyoruz. Oda+kahvaltı kişi başı ücret 15 euro… Otelde kalan Batı Trakya Türkü Tahsin ile tanışıyoruz. Bir Yunan tütün firmasında çalışıyormuş. Otelin yemeklerinin güzel olduğunu söyleyince dışarıda yemek yemekten vazgeçiyoruz. Karışık et ve köfte söylüyoruz. Arnavutçada domuz etine gici deniliyor. Menüde gici de var. Hatta şehirde özel gici kasapları gördük. Toplam hesap 2750 leke… Dört kişi, kişi başı 12 lira bile etmiyor. Seyahatimiz boyunca arkadaşlara doymak için değil, tatmak için yiyelim, çeşit çeşit yiyelim dedim ve buna göre yemek siparişlerimizi verdik. Çok da iyi yaptık…

Yemeğin ardından hem yemeği eritmek hem de Berat’ı kısaca tanımak için yürüyüşe çıkıyoruz. Ortodoks kilisesi ve Kurşunlu Camiinin olduğu alandan geçip Berat Üniversitesi önüne geliyoruz. Amerika hayranlığı nedeniyle üniversite binasını Kongre Binasına benzetmişler. Oradan Osumi nehrini solumuza alıp geldiğimiz yöne doğru yürüyoruz.

Berat… “Bin pencereli şehir”, Arnavutluğun Safranbolu’su…Türkiye dahil Osmanlı coğrafyasının mimarisi en iyi korunmuş şehri...

Şehri Osumi nehri ikiye bölüyor: Müslüman ve Hıristiyan bölgeleri…nehrin solundaki Osmanlı evlerinde Hıristiyanlar, kale tarafı ise Müslüman mahallesi…

Berat’ın iki yanındaki Tomorr ve Shpirag dağlarının nasıl oluştuğuna dair bir efsane… Söylenceye göre Tomorr ve Shpirag adlı iki kardeş dev varmış. Bunlar aynı kıza aşık olunca aralarında kavga başlamış. Tomorr’un elinde bir kılıç, Shpirag’da ise bir gürz varmış. Birbirlerine vurdukça Shpirag’ın üstünde çizikler, Tomorr’un üstünde yarıklar oluşmuş. Bunu gören kızın gözlerinden akan yaşlar da Osum Nehri’ni meydana getirmiş. Shpirag’ın çizgileri çok belirgin, hatta bir dönem bu çizgilerin arasında büyük harflerle “ENVER” yazılıymış, şimdi ise onun yerine Enver Hoca’yı dönemini asla yeniden yaşamamak istercesine “NEVER” yazıyor.
 

Gece ışıklarla inci gibi pırıl pırıl parıldıyor evler ve tepede Berat kalesi… Bekarlar Caminin karşısında yeni köprüyü yürüyerek karşıya geçiyoruz. Nehir sağımızda, tarihi Gorica köprüsüne doğru yürüyoruz. Gorica’dan tekrar karşıya geçip otel istikametinde yürümeye devam ediyoruz. Bekarlar Caminin yakınında açık bir kafede machiato içiyoruz. Büyük boy machiato 90 leke…

Artık yorulduk ve uyku vakti…Oteldeyiz…
 

2.Gün BERAT-KRUJA-İŞKODRA (8 May 2013)

Sabah 6’da telefonumun alarmına uyanıyorum. Hüsnü abi de uyanık. Murat’ın horlamasından uyuyamamış. Ben deliksiz uyudum yorgunluktan.

Üzerimizi giyinip ikimiz yürüyüşe çıkıyoruz. Akşam yaptığımız turu yapıp fotoğraflarını çekiyoruz. Berat gece kadar güzel gündüz de…Bekarlar camisi ve Halveti tekkesine uğruyoruz. 19. yüzyılda inşa edilen nispeten yeni olan Bekarlar Camii, özellikle dış duvarlarını süsleyen desenlerle dikkat çekiyor. Söylendiğine göre, cami eskiden esnafın dükkanlarında çalışan bıçkın delikanlılar için inşa edilmiş.

Kurşunlu Cami ve Ortodoks kilisesini gündüz gözüyle detaylı inceliyoruz. Kurşunlu Cami (Xhamia e Plumbit) ... 1555 tarihli bu yapı kubbesini örten kurşun kaplamadan dolayı bu ismi almış, tıpkı bu akşam göreceğimiz İşkodra’daki gibi… Kanunî Sultan Süleyman zamanında inşa edilen caminin yapıldığı yıllardaki külliyesinden şimdilerde eser kalmamış. Ancak, Arnavutluk'ta günümüze kalan Osmanlı eserlerinin en önemlilerinden sayılıyor.
Hotel Berati

Ortodoks Kilisesi

Kurşunlu Cami

Berat Üniversitesi


Bekarlar Cami ve tepede kale





Gorica köprüsü



St.Micheal Kilisesi



Halveti Tekkesi

Domuz eti kasabı

oteldeki kahvaltımız
 

Otele dönüp Murat ve Enes’i uyandırıyoruz. Biraz mızmızlansalar da kararlılığım galip geliyor. Aşağıya inip kahvaltımızı yapıyoruz. Kahvaltı da peynir, omlet ve reçel var. Çay çok değişik geldi. Sallama çay poşette değil, toz halinde…

Kahvaltının ardından otelden eşyalarımızla ayrılıyoruz ve doğruca arabayla kaleye çıkıyoruz. Kaleye yürüyerek de çıkabilirsiniz. Eğer vaktiniz varsa mutlaka yürüyün ve kale yolundaki yaşamı gözlemleyin.

Kale içinde günlük yaşamın olduğu bir mahalleyi barındırıyor. Siz tarih diye bakarken onlar günü yaşıyorlar. Her şey olağanüstü iken o kadar normal ki… Kaleye giriş ücreti 100 leke…

Kale girişinde Onufri Müzesi (Muzeu Kombetar Onufri) bulunuyor. 16. yüzyılda yaşamış olan Onufri, Arnavutluk’un en önemli ressamlarından biri. İkonalarındaki gerçekçiliği ve yüz ifadeleriyle öne çıkmış bir sanatçı, bir de kendisiyle özdeşleşen kırmızı renkle… Kırmızının bu canlı ve parlak tonunu onun yetiştirdiği sanatçılar bile elde etmeyi başaramamış. Müze, yılda sadece bir kez ayin düzenlenen Azize Meryem Kilisesi’nin (Kisha Fjetja e Shën Mërisë) içinde yer alıyor. 1797 tarihli kilise aslında 10. yüzyıldan kalma bir katedralin üstüne inşa edilmiş

Kalede yaklaşık yarım saat yürüyoruz. Manzara muhteşem, Berat’ı tüm yönden görebiliyorsunuz. Kale içindeki tarihi eserlerden beni en çok etkileyen oldukça iyi halde görünen Kutsal Üçleme/ Holy Trinity Kilisesi (Kisha Shen Triades) oldu. Ayrıca Esnaf Camii'nin arkasındaki sırtta yamaca dikilmiş olan ufak kırmızı kilise St. Michael Şapeli (Kisha e Shen Mëhillit) kaleden izlenebilir. Kalenin diğer tarafında minaresi yarı yarıya yıkılmış, sadece dış duvarları ayakta kalmış Kızıl Cami (Xhamia e Kuqe) ... 15. yüzyıldan kalma bu yapı Berat’ın ilk camisiymiş.





Kutsal Üçlü Kilisesi


Kızıl Cami

 

Kale yürüyüşümüzü sonlandırıp Berat’tan ayrılıyoruz. Hedefimiz Kruja… Durres üzerinden gideceğiz. Berat yolunu bitirip Durres yoluna sapınca yol nispeten düzeliyor. Hüsnü abi Durres’de machiato içelim diyor. Denizin üstüne Bunker/Korugan şeklinde yapılmış olan Lisola Club’da machiatolarımızı içiyoruz.
 

Havaalanı ve Tiran’ın yanından geçerek Kruja’ya doğru devam ediyoruz. Kruja, aşağı ve yukarı olmak üzere ikiye ayrılmış. Kalenin olduğu tarihi Kruja yukarıda… Kruja Türkçe adıyla Akçahisar Tiran’ın 47 kilometre kuzeyinde… Arnavutluk’un ilk başkenti… İskender Bey’in doğduğu ve Arnavut isyan hareketlerini başlattığı yer... Kabri ise İşkodra yolu üzerinde Leja şehrindeki kilisede…

Şehre doğru yol alırken Arnavutluk yollarında devamlı gördüğümüz Bunker/Koruganlardan birinde duruyoruz. Bunlar beton papatyalar… Enver Hoca tarafından yaptırılmış beton sığınaklar... Tüm Arnavutlukta 24 bin adet olduğu söyleniyor. Dayanıklı olup olmadığını test etmek için mimarı içine konulup üstüne bomba atılırmış. Bunlar o kadar sağlam ki ne yıkılabiliyor, ne de sökülebiliyor. Bazen gençler bunları sevişmek için kullanıyor. Tam da “savaşma seviş” misali.
 

Kruja’ya doğru çıkarken yol üstünde Sarı Saltuk türbesi önümüze çıkıyor. Bektaşilik bu bölgede çok yaygın… Saat 12 gibi Kruja’dayız. Merkeze girişte yine İskenderbey heykeli… Osmanlı çarşısını geçip kaleye doğru devam ediyoruz. Arabadan inip ilk işimiz kuleye yönelmek oluyor. Orada bulunan çocuk cebinden anahtarı çıkartıp yukarı çıkabileceğimizi söylüyor. Üç kişi için 200 leke veriyoruz. Kuleden tüm Kruja’yı gözlemliyoruz.
Sarı Saltuk Türbesi


Osmanlı Çarşısı

kule




 

Ardından kale içindeki Gjergj Kastrioti Müzesi’ne giriyoruz. Kişi başı 200 leke… Müze çok zengin… Arnavutluk tarihi ve özellikle İskender Bey hakkında çok zengin objeler mevcut… Müzenin terasından da güzel bir Kruja seyri yapabilirsiniz.



 

Tek yıkık minaresi kalmış Bayazıt Camii kalıntısı ve İskender Bey’in diktiğine inanılan zeytin ağacı kale içinde… İskender Bey’in bir yasasına göre evlenen her çift 25 üzüm ve 20 zeytin fidesi dikmesi zorunda imiş. Bu nedenle Arnavutluk’ta bol üzüm ve zeytin bağları var.

 

Kaleden aşağı inip çarşı yolunda ilk magnetlerimizi alıyoruz. 300 leke fiyatı olan magnetleri 200’er lekeden alıyoruz.

Yola devam… Hedefimiz İşkodra.. Yol artık çok daha güzel ve düzgün.. Acıktık, Hüsnü abinin ballandırarak anlattığı kuzu budu yemeğe gideceğiz. İşkodra yolunda Vllaznia Restoranda duruyoruz. Vllaznia İşkodra kentinin futbol takımının adı.. Kuzu budu, süzme yoğurt, kaşkaval, kızarmış ekmek ve salatadan oluşan menümüzü limonlu soda ile tamamlıyoruz. Hesap 4 kişi 5000 leke… Adam başı 20 TL…

 

Saat 17:30 civarı İşkodra ve Rozafa kalesi görünüyor. İşkodra… Drin ve Buna (Bojana) nehirleri burada kesişiyor. Kendi adıyla anılan gölün (Balkanların en büyük gölü-yarısı Karadağ’a ait) kenarında kurulmuş çok güzel bir şehir... Her şeyi ile Osmanlının izlerini taşıyor. Arnavutluk’ta İşkodra ve Yunanistan’da Yanya Balkan tarihi açısından çok önemlidir. Çünkü 1911-1912 I. Balkan harbinde her yer düşmesine rağmen bu iki şehir düşmemiş ve 5 ay direnmiştir. Hasan Rıza Paşanın İşkodra savunması bir destandır. Arnavut ve Türkler kuzeyden gelen Karadağ, Sırp ve diğer düşmanlara karşı yaptıkları 5 meydan savaşını kazanmışlardır. Türkleri yenemeyeceklerini anlamaları üzerine İşkodra başpiskoposu ve Hıristiyan Arnavut asıllı Esat Paşa’nın entrikaları sonucu H. Rıza Paşa başpiskoposun evine toplantıya giderken alçakça pusuya düşürülerek şehit edilmiş.

Doğruca kaleye yöneliyoruz. Kaleye giriş 200 leke… Rozafa kalesi, çok eski bir kale (M.Ö 160)… Şehre hakim bir tepede… İşkodra gölünü ve gölden doğan Buma nehri ile şehri seyrediyorsunuz. Kaleyi yarım saat kadar adımlıyoruz. Her açıdan şehri izlemenin keyfini çıkarıyoruz. Kaleden sular altında kalmış olan Kurşunlu Camini görüyoruz. Komünist dönemde yıkılmayıp açık bırakılan şehirdeki tek camiymiş…

sular altında kalan Kurşunlu Cami





 

Hüsnü abi havaalanına yetişmek zorunda… Fakat araba altımızdayken şehirden biraz uzakta olan tarihi Mesi köprüsünü görmek istiyoruz. Sağolsun bizi kırmıyor. Yolu çok bozuk… Yaklaşık 20 dakika sonra Mesi köprüsü önümüzde… Bu tarihi köprü bizi büyülüyor. 108 m… 1770 yapımı…Kiri nehri üzerindeki köprü tam bir mühendislik harikası bir eser.


 

Şehre geri dönüp otelimizin göründüğü Demokrasi meydanında iniyoruz. Hüsnü abiyle helalleşip vedalaşıyoruz.

Otelimiz Kaduki hotel… Oda+kahvaltı kişi başı 16 Euro… Odamıza yerleşip şehri yürümeye çıkıyoruz. Murat ve Enes yürümekten şikayetçiler.. Onlara “arabayla gezilmez, bir yerden bir yere gidilir” diyorum.

Ebu Bekir Cami ve Ortodoks kilisesinin olduğu merkezde yürüyoruz. Cami, Rijeka’da yeni yapılan camiye kadar Türkiye hariç balkanların en büyük camisiymiş. Şehrin İstiklal caddesi diyebileceğimiz  Pjaca/Kol Idromeno caddesinde turluyoruz. Her taraf kafe restoran dolu… Cemal Draçini caddesinden Demokrasi meydanına dönüp Zogu Bulvarının sonuna kadar yürüyoruz. Bu uzun yürüyüşümüzde hayatımızda görmediğimiz kadar bisiklet süren insan görüyoruz. İşkodra tam bir bisiklet kenti..  Dönüşte yürüyüşümüzü Mehmet Paşa Bulvarı boyunca yapıp tekrar kafelerin bol olduğu Idremeno caddesine geliyoruz. Karnımız tok… Tatlı ziyafeti çekelim diyoruz. San Francisco Bar kafede tatlı ve dondurma ziyafeti çekiyoruz. 1400 leke hesap ödüyoruz. Ebu Bekir Camiinde akşam ezanı okunuyor. Çok farklı ve harika bir makamı vardı müezzinin…
Ebu Bekir Cami

İdremeno caddesi


Medrese Camisi

Ortodoks kilisesi
 

Ve güzel bir sürpriz… Dayı oğlu Blerim, eşi ve kızıyla beraber Prishtina’dan beni ziyarete geliyor… Onlarla otelin önündeki kafede buluşup bir iki saat dışarıda gezip sohbet ediyoruz. Bu kadar yolu benim için kat etmesi gerçekten çok büyük bir jestti. Onları uğurlayıp otele dönüyorum.

Gece 12 gibi otelde uyumaya hazırız. Yarın sınırı geçip Karadağ Ulcinj’e varacağız. Bakalım taksiyle ne kadara anlaşacağız.

İki günün kısa raporu:

Dajti’deki gecikme hariç her şey planlandığı gibi gidiyor. Yapmak istediğim her şeyi şuana kadar yapmış bulunuyorum.

Oğlum Agah ve kızım Şevval’i özledim. Annelerini de özledim.

Tatlı rüyalar beni baba yapan canlarım…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder