07 May-14 May 2013
Geçen sene
gerçekleştirmeyi düşündüğüm fakat kızımın doğumunu beklemem gerektiğinden bu
seneye ertelediğim üç ülkelik Balkan seyahatimin zamanı gelmişti. Üç ülkeyi
gezecektim: Arnavutluk, Karadağ ve Hırvatistan…
Yalnız gezmek
zor… Dünyanın her türlü hali var. Güvenlik bir yana, insan gördüğü güzellikleri
ve yaşadıklarını an be an paylaşma ihtiyacı duyuyor. Yabancı bir ülkede yanında
tanıdık birinin olması insana daha huzur veriyor. Programı arkadaşım Murat’a açmıştım,
gelebileceğini söyledi. O da kendi arkadaşı Enes’e teklif etti. Sonuçta üç kişi
olmuştuk. Üç kişi iki kişiden ve dört kişiden iyidir.
Önce bilet…
Bilet al ki vazgeçmek için bahanen olmasın. Gidiş Tiran, Dönüş Zagreb olmak
üzere Ocak 2013’te THY kişi başı 585 TL’ye biletlerimizi aldık.
Neden Mayıs? O
bölge için havaların ortalama olduğu bir tarih… Yağmurların kesildiği, güneşin
çok yakmadığı bir tarih… Ayrıca turist sezonunun öncesi olduğundan hem
kalabalık değil hem de pahalı değil…
Neden bu üç ülke?
Daha önce Kosova, Makedonya ve Bosna Hersek’i gezmiştim. Arnavutluk’un yanı
sıra eski Yugoslavya ülkelerinden Karadağ ve Hırvatistan’ı da gezip Tito’nun
ziyaret etmediğim toprakları sadece Sırbistan ve Slovenya kalsın istedim. Bir
dahaki programda Sırbistan ve Slovenya olacak. (2011 gezimde Kosova ve
Makedonya’dan Sırbistan’a giriş yapıp Presheva’da dayımları ziyaretimi
Sırbistan gezisi olarak kabul etmiyorum. Belgrad’sız Sırbistan gezisi mi olur?
)
Bu arada
hakkımda kısa bir bilgi: Babamlar Boşnak, Saraybosna göçmeni. Gerçi babam
Sakarya doğumlu. Annem ise Kumanova/Makedonya doğumlu Arnavut. Bendeniz de
melez bir Türkiye vatandaşı… Evde iki dil de konuşulmayınca, birkaç kelime
haricinde ne Boşnakça bilirim ne de Arnavutça…
Üç ülke
hakkında araştırma yapmaya başlamıştım. Zaten geçen seneden baya bir notum
vardı. Derken Mart ayında bir sürpriz: Hırvatistan artık vize istiyor. AB’ye
girdiği için 1 Nisan itibariyle Türkiye vatandaşlarından vize istiyor. Haydaaa…
Ya vize alamazsak? Bu korkuyla bir ara programı değiştirmeyi bile düşündüm.
Neyse sonuçta vizeyi gayet kolay bir şekilde aldık. Uçak biletlerimizi ve hotel
rezervasyonlarımızı belgeleyerek Turizm firmasına pasaportlarımızı teslim
ettik. 3 işgünü içerisinde vizemizi aldık. Bu bize 55 Euro artı 80 TL’ye mal
oldu.
Bir iki defa
üç arkadaş bir araya gelip program detayı üzerinde konuştuk. Her seyahatte ana
hedefim olan günlük en fazla 100 Euro harcama limitimi anlattım. Program yoğun
olduğundan zaman bizim için çok kıymetliydi. Dolayısıyla ulaşım ana sorundu.
Toplu ulaşım araçları kullanarak bu programı bu sürede gerçekleştirmemiz
imkânsızdı. Ya araba kiralayacaktık ya da taksi tutacaktık. Araba kiralama
seçeneği çok pahalı bir seçenekti. Çünkü Tiran’dan teslim aldığımız arabayı
Zagreb’de teslim edecektik. Haliyle arabanın dönüş maliyeti fiyata yansıyordu.
Ayrıca bilmediğin yollarda araba kullanmak, haritaya bakıp yer bulmak gecikmeye
sebep olduğu gibi yolda görülebilecek güzelliklerin kaçmasına da neden oluyor.
Tercihimiz şoförlü taksi tutmak oldu. Bu nedenle 100 Euro limitimizin en büyük
kısmı ulaşıma gidecekti. Öyleyse konaklama maliyetini aşağıya indirmemiz
gerekiyordu. Üç erkek… Yanımızda değer verdiğimiz eşimiz, çocuklarımız yok…
Lükse ne gerek var? Hostellerde kalmayı teklif ettim. Sonuçta ortalama temizlik
ve güvenlik yeterliydi. Arkadaşlar teklifimi kabul edince konaklama
ayarlamalarını buna göre yaptım. Kaldığımız her mekânın detayını yeri gelince
vereceğim.
Günlük
konaklama yapacağımız için eşyalarımız yanımızda olacaktı. Bu nedenle el
bavulu/çantası yerine sırt çantası almamız gerekiyordu. Sırt çantası ile
gezmek… Yanımıza alacağımız eşyaları çok detaylı düşünmemize neden oldu. Üç
atlete ne gerek var mesela…100 gram 100 gramdır…
Üzerimdeki
kıyafet haricinde çantama aldıklarım: Bir pantolon, üç tişört, iki atlet, bir
boxer, bir eşofman, bir yağmurluk, bir şapka, bir terlik, bir ayakkabı, iki
çorap, en incesinden havlu, notlarım, okuyacağım kitap (İbn Faldan
Seyahatnamesi) ağrı kesici ve kas gevşetici haplarım, diş fırçam ve macunum,
mini eşantiyon şampuan ve vücut sabunu, pişik kremim, parfüm ve roll on,
çantasız fotoğraf makinem (Canon EOS 600D), telefon ve fotoğraf şarjım, Kocaeli
Dağcılık Flaması…
Önemli not:
Yanınıza almanız gereken eşyalarla ilgili mutlaka birkaç hafta öncesinden not
almaya başlayın. Aklınıza gelen her şeyi yazın. En son gün eleme yaparsınız.
Ve para…
Günlük 100 euro hedefimizden 7 gün 700 Euro ve ihtiyat parası artı 300 Euro
olmak üzere yanımıza 1000’er Euro aldık. Zaten kredi kartlarımız da var. Bu
parayı şu şekilde hazırladım: 4x100+6x50+10x20+5x10+10x5
Seyahat
boyunca parayı ikiye ayırdım. Cüzdanda 100 Euro kadar para bıraktım. Diğer
kısmı poşet içinde diğer cebimde muhafaza ettim. Asla sırtçantanızda değerli
şeyinizi bırakmayın. Pasaportunuz ve paranız/cüzdanınız daima cebinizde olsun.
Telefon
hattımız yurtdışında açıktı. Normal Türkiye’deymişçesine sorunsuz kullandık
telefonlarımızı. Gitmeden önce Turkcell’i inceleyip en uygun tarifenin akıllı
yurtdışı tarifesi olduğunu gördüm. Tarifelerimizi buna göre ayarladık.
Ve yolculuk
günü gelsin artık!..
7 Mayıs 2013 Salı sabah 7:30 uçağıyla havalanıyoruz.
Kalkmamız inmemiz yaklaşık 1,5 saat sürüyor. Sorunsuz bir yolculuk… Kahvaltıyı
uçakta yapıyoruz. Balkanlar dağlarıyla karşılıyor bizi. Zaten Balkan kelimesi
dağlık anlamına geliyor.
Biz Arnavutluk
desek de, Arnavutların ülkelerine verdikleri ad başkadır. ‘Shqiperi’
derler ülkelerine, yani Kartal Yurdu. Kendilerini de ‘shqiptar’ olarak
tanımlarlar. Tüm bu kelimeler Arnavutça ‘kartal’ anlamına gelen ‘shqip’
sözcüğünden türetilmiştir.
İşte Arnavutluk
hakkında derlediğim notlardan birkaçı:
* vize
istenmiyor.
* Uçak 1,5
saat sürüyor.
* Havaalanından
Tiran şehir merkezi taksi pazarlıkla 20-30 euro (Biz 20 euro verdik)
* nüfus yaklaşık 4 milyon (%70 Müslüman,
%30 Hıristiyan/ Küçük azınlık grupları dışında nüfusun %95′i Arnavut)
* Para birimi Leke… Euro ve TL de
geçiyor. 1 TL= 60 Leke civarı (TL hiç kullanmadık. Euro bozdurduk. 1 Euro 140
Leke’ydi.)
* Arnavutluk
müslümanlarının ağırlıklı bir bölümü Bektaşi
olup ülkede birçok Bektaşi tekkesi mevcuttur.
* çok dağlık bir ülke… (topraklarının %70’i
dağlık)
* Osmanlı’dan
kopan en son Balkan ülkesi…
* meşhur
diktatör Enver Hoca’nın ülkesi…
Enver Hoca’ya babası Enver adını İttihat Terakkinin liderlerinden ve
Osmanlı’nın son dönemine damgasını vuranlardan biri olan Enver Paşa’ya
hayranlığından dolayı vermiştir. Enver Hoca, ülkeyi 41 yıl aralıksız yönetti ve
11 Nisan 1985'te geçirdiği bir kalp krizi sonucu öldü.
* Enver Hoca
döneminde bütün kilise ve camiler kapatılmış ve Arnavutluk, 1967 yılında resmi
olarak dünyadaki ilk ateist devlet
olmuştur.
* Balkanlarda
Sovyetlerin desteğini almaksızın ya da işgaline uğramaksızın kendi başlarına
sosyalist devrimi gerçekleştirmiş tek ülke…
1. Gün TİRAN-PETRELA-ELBASAN-BERAT (7 May
2013)
Uçaktan inip
doğruca pasaport kontrolüne geçiyoruz. Seyahatimizin amacı soruluyor. Üç
arkadaş arasında İngilizcesi en iyi olan ben olduğumdan görevliyle ben muhatap
oluyorum. Vize istenmiyor diye ülkeye kolayca girebileceğinizi düşünmeyin.
Geçmişte eroin gibi kanunsuz işlerde yakalananların birçoğunun Türkiyeli olması
ve bu ülke üzerinden İtalya’ya kaçak yollarla geçmek isteyen özellikle doğulu
birçok Türkiyelinin bulunması nedeniyle bu ülkeye girişiniz zor olabilir.
Pasaportumda Kosova/Makedonya damgalarının olması, seyahat planımızı izah etmem
nedeniyle kolay bir şekilde pasaport kontrolünü geçiyoruz.
Arnavutlukta
bize iki gün eşlik edecek olan taksi şoförümüz Hüsnü abinin anlattıklarına göre
birçok Türk vatandaşı ülkeye alınmamış veya saatlerce sorguya tutulmuş. Öyle ki
firmalar getirdikleri işçi için garanti veriyorlarmış. Hatta firma görevlisi,
işçileri şantiyeye bırakınca pasaportlarını alıp muhasebeye veriyor ve kasada
saklı tutuyorlarmış.
Tiran
havaalanı ülkenin tek uluslar arası havaalanı. Nene/Mother Terasa ismi fakat
Rinas bölgesinde olduğundan daha çok bu isimle anılıyor. Tiran merkeze yaklaşık
12 km uzaklıkta.
Rahibe Teresa, asıl adı Agnes Gonca
Boyacı olan Rahibe Terasa (1910, Üsküp, Makedonya - ö. 5 Eylül 1997, Kalküta,
Hindistan) Arnavut bir aileden geliyor. Arnavutların çok sevdiği bir isim…Tiran,
Prishtina ve Üsküp’te Rahibe Teresa’nın heykellerine rastlamak mümkün.
Sırtımızda
çantamız havaalanının dışına çıkıyoruz. Güneşli güzel bir gün… Taksi şoförleri
kapıda bekliyor. 20 Euro (yaklaşık 50 TL) fiyat ortalama olduğundan kabul edip
şehir merkezi İskender Bey meydanına
doğru yola çıkıyoruz. Türkiyeli olduğumuzu öğrenen taksi şoförü telefon açıp
bizi Türkçe konuşan Hüsnü adında biriyle görüştürüyor. Bu arkadaş 8 sene kadar
Zeytinburnu’nda tekstil işinde çalışmış bir Arnavut. Telefon numarasını
alıyoruz.
Yaklaşık 20
dakika içinde Tiran merkezdeyiz. Şoför bizi tam Opera binasının önünde
indiriyor. Tiran Tiran dedikleri işte bu meydan… Tiran’da gezip görülebilecek
yerler bu meydan ve meydandan Tiran Üniversitesi’ne kadar uzanan 3-4 km’lik Bulevardi Deshmorete Kombit” yani
Şehitler Bulvarı üzerinde yer alıyor. Meydan Arnavutça “sheshi” demek…
Cadde/sokak ise Rr…
Arnavutların
yaşadığı her yerde göreceğiniz İskender
Bey hakkında kısa bir bilgi vereyim: Arnavutların ortak milli kahramanı… 1404 yılında Arnavutluk’ta doğmuş. Osmanlı
sarayında yetişen Gjergi Kastrioti’nin adı, Fatih Sultan Mehmet’in babası
II.Murad zamanında “İskender Bey” olarak değiştirilmiş. Yeniçeri olarak
yetiştirilen, İslamiyet’i kabul eden ve Fatih Sultan Mehmet’le aynı hocalardan
ders alan İskender Bey’e, daha sonra Sırbistan ve Arnavutluk Sancak Beyliği
verilmiş. Osmanlı ordusu ile birçok savaşa katılan ve çok başarılı olan
İskender Bey, bununla yetinmeyip, Arnavutluk’un özerk yönetiminin kendisine
verilmesini istemiş. Bu isteği kabul edilmeyince de Osmanlıya karşı savaş açmış
daha sonra da Hıristiyan olmuş. Asıl ünü şuradan geliyor; Arnavutluk’un
bağımsızlığı için mücadele veriyor ve 25 yıl boyunca hiçbir Osmanlı akınına
yenilmiyor. Hatta Papa 3. Kalikst tarafından kendisine, Osmanlı akıncılarını
bozguna uğrattığı için “Mukaddes Mekanın Genel Komutanı” unvanı verilmiş.
İskender Bey daha sonra, Fatih tarafından düzenlenen 2.Arnavutluk seferi
sırasında hastalanarak 1468’de ölüyor. İşkodra yolu üzerinde Leja şehrindeki bir
kilise üzerinde bugün anıt bir mezarda yatmaktadır.
İlk iş olarak saat kulesi ve Ethem Bey
Camiine yöneliyoruz. Okuduklarıma göre Saat Kulesi Salı günleri kapalıydı.
Fakat kulenin yanındaki müzeden görevli çıkıp bize kuleyi ziyaret
edebileceğimizi söyledi. Anahtarıyla kapıyı açan görevli elimize İngilizce
yarım sayfalık bilgi notunu tutuşturuyor. Kişi başı ücret 200 leke (3,35 TL)… 5
Euro veriyoruz, bozuğunun olmadığını söyleyip 1 Euro veriyor. Fazla
üstelemiyoruz. Kapalı diye bildiğimiz kuleyi gezebilecek olmamız bizi zaten
fazlasıyla memnun ediyor.
Saat Kulesi (Clock Tower/Kulla e Sahatit): Hacı Ethem Bey (Ethem
Paşa) tarafından 1820 yapımı… 90 basamak ile tepeye çıkılabiliyor, 35 m
yükseklik… Önceden yüksek binalar yokken şehrin en yüksek yapısıymış. Şehri
kuşbakışı izleyin buradan mutlaka…
Kuleden tüm meydanı ve şehri gözlemliyoruz ve
fotoğraf çekiyoruz. Yaklaşık 15 dakika kulede vakit geçirip aşağıya iniyoruz.
Sırada hemen yanı başındaki Ethem Bey camii var.
Ethem Paşa
Camisi: (1789-1823) dönemin Tiran
valisi olan Ethem Paşa tarafından yaptırılmıştır. Cami Rumeli’deki kalem
işlemeciliği açısından en güzel olan üç camiden birisidir. Diğeri
Makedonya-Kalkandelen’de (Tetova… ziyaret etmiştim), bir diğeri ise
Bosna-Travnik’tedir. Bu üç camiye de Alaca Camileri denir. İç ve dış
süslemeleri bir sanat harikasıdır. Enver Hoca döneminde müze olarak
kullanılmıştır. Cami, Enver Hoca’nın hışmından müze haline getirilerek
kurtulmuş; 1991 yılında 10 bin kişilik bir Müslüman topluluğu izinsiz olarak
camide namaz kılmış, güvenlik güçleri ise buna tepki göstermemiş. Bu olay,
komünizmin Arnavutluk’taki sonunu getirmiş ve din özgürlüğünün tekrar
kazanılmasını sağlamış.
Caminin dışından fotoğraflarını çekiyoruz.
Kapıyı defalarca çalmamıza rağmen açan olmadı. Namaz vakti gelmeden herhalde
cami açılmıyor.
Yönümüzü duvarındaki Albania isimli
kocaman partizanlar tablosuyla Milli Tarih müzesine çeviriyoruz.
Müzenin ve civarın fotoğraflarını çekiyoruz. Meydana ismini veren İskender
Bey’in at üstündeki heykelini fotoğraflıyoruz. Önceden bu heykelin yanında
Enver Hoca’nın da heykeli varmış. Demokrasiyle geçişle birlikte bu dönemi
hiçbir şekilde hatırlamak istemeyen insanlar heykeli kaldırmışlar.
İskender Bey meydanından Şehitler Bulvarı
yönüne yürümeye başlıyoruz. Heykeldeki atın kuyruğunun baktığı yön bulvara
çıkıyor. Şehitler Bulvarı şehrin tam ortası… İskender Bey meydanından
başlayıp yaklaşık 4 kilometre boyunca uzanıp Tiran üniversitesi (1957)nin
önündeki Rahibe Teresa Meydanı’na varıyor. Tiran’ın en geniş ve uzun caddesi…
Rinia (Gençlik) Parkı, Taiwan kompleksi, Piramit, Ulusal Sanat Galerisi,
Başkanlık, Kongre Binası, Kent Meclisi, Kültür Merkezi ve Parlamento binaları
bu caddede bulunuyor.
Biraz ilerleyince sağ tarafımızda Rinia
parkı görünüyor ve parkın içinde Taiwan Kompleksi… Taiwanlıların
hediyesi olan bu bina şimdilerde havuzlu, estetik görünümlü bir restoran
olarak kullanılıyor.
Rinia parkının
hemen karşısında Piramit bulunuyor.
Bu yapıyı Enver hoca kendisine mezar yeri olarak yaptırmış, kızı tarafından tasarlanmış,
sonra ailesi tarafından müze haline getirilmiş. Bir ara TV stüdyosu olarak
kullanılan bu eski yapı biz ziyaret ettiğimizde berbat durumdaydı. Tamamen terk
edilmiş bir vaziyette… George Bush Arnavutluk ziyaretinde bu binanın önünde
konuşma yapmış… Bugün ise bu haliyle binanın önünde mahalle muhtarını bile
konuşturamazsınız.
Piramit’in
bulunduğu alanın girişinde Barış Çanı
var. Bu çan 1999’da İşkodralı çocuklar tarafından isyan sırasında atılan
kurşunların eritilmesiyle yapılmış… Bu topraklar inşallah daha fazla zulüm ve
gözyaşı görmez diyerek bulvarı yürümeye devam ediyoruz. 10 dakikalık bir
yürümenin ardından meydanın sonuna yani Tiran
Üniversitesine varıyoruz. Değişik bir mimarisi var. Binanın avlusunda
Rahibe Teresa’nın heykeli var. Zaten üniversitenin önündeki meydanın adı da
Rahibe Teresa meydanı…
Üniversite
binasının avlusunda öğrencilerle yan yana oturup üç arkadaş durum
değerlendirmesi yapıyoruz. Notlarımı karıştırıp bundan sonra gidilecek yerleri
planlıyoruz. Büyük/Milli Park (Park
u i Madh/Parku Kombetar)ı es geçmeye karar veriyoruz. Gündüz park bu saatlerde
nasıl olsa hareketli olmayacak deyip yönümüzü tekrar geldiğimiz yöne çevirip
soldan Bllokku mahallesine doğru
yürüyoruz. Gördüğümüz ilk dövizcide 100 Euro bozduruyoruz. 14.000 lekemiz var
artık. Tiran’da ve Arnavutluk’un birçok yerinde elinde paralar ile dövizcilik
yapan insanlar var. Siz siz olun mecbur kalmadıkça bu insanlardan döviz
bozdurmayın.
Bllokku
Mahallesi Tiran’ın en renkli yerlerinden biri… Binalar rengarenk, sanatçı Edi
Rama eseri… Bu bölgede birçok kafe ve restoran var. Akşam çok hareketli ve
canlı olduğu söyleniyor.
Bllokku
sokaklarında yürüyerek Şehitler Bulvarına paralel bulunan Skytower binasına
geliyoruz. Otel ve restoran olarak hizmet veren bu bina, en üst katındaki 360° Rotating/revolving bar (dönen kafesi/restoranı)
ile mutlaka ziyaret edilmeli. Tüm Tiran’ı buradan izleyebilirsiniz. Birer
limonlu soda içtik. 750 Leke hesap ödedik. (12,5 TL).
Hedefimiz Murat Toptani Caddesi ve Tabakçılar/Dericiler köprüsü (Ura e Tabakëve/Tanners
bridge)... 19. yy eseri bu köprünün altından artık sular akmıyor. Binaların ve
yolların arasında sıkışıp kalmış ve gizli bir hazineymişçesine ziyaretçilerini
bekliyor. Murat Toptani caddesi kentin tarihi eserlerini barındıran bir
cadde... Vaktiniz varsa gezmenizi tavsiye ederim.
Dericiler köprüsünün
ardından yönümüzü Süleyman Paşa meydanına doğru çeviriyoruz. Hedefimizde Kaplan Paşa Türbesi ve Bilinmeyen Partizanlar Anıtı var.
Kaplan Paşa türbesi yeni yapılan bir binanın balkonunun altında kalmış ve
restore halinde, etrafı çevrilmişti. Sekiz sütunlu bu türbeyi göremedik ne
yazık ki... Hemen önünde Bilinmeyen Partizanlar anıtı var. Sol elinde silahı,
sağ yumruğu havada... güzel bir manzara karşılıyor sizi...
Hemen oradaki
bir taksici ile pazarlık yaparak Dajti expresine
gidiyoruz. 1000 leke isteyen taksici 900 Lekeye indi. Dajti Expresi, Dajti
dağına teleferik seferi düzenleyen bir firma… Kent merkezinden arabayla
yaklaşık 10-15 dakika uzaklıkta… Teleferiku olarak geçiyor.
Dajti Expresse
geldiğimizde taksiciye bugünkü planımızı bahsedip bizi Berat’a kadar
götürmesini teklif ediyoruz. Önce Petrela kalesi, sonra Elbasan ve ardından
Berat… Pazarlık ile 60 Euro’ya anlaşıyoruz. Dajti’ye çıkıp 15 dakika gezip
tekrar ineceğiz ve taksici de bizi bekleyecek.
Teleferik fiyatları
çeşitli… tek gidiş, gidiş dönüş şeklinde… Dajti’ye kara yolu da mevcut…
Teleferik gidiş dönüş bileti 700 Leke… Yaklaşık 5-7 dakika içinde zirveye
varıyoruz. Teleferik boyunca muhteşem bir manzara bize eşlik ediyor. Tiran’ı
ufuk boyunca izleyebiliyorsunuz.
Zirvede hotel
ve restoranlar var… Hatta restoranların arabaları müşteri bekliyor. Vaktimiz
yok diye Hemen zirvenin yamacındaki Balkoni Restoranda yemek yiyoruz. Kızarmış
ekmek, peynirli börek (byrek me quamesht), köfte (qofte korçe), etli makarna (lepur
me çomlek), salata ve karışık et söylüyoruz. Limonlu soda ve sularla birlikte
üç kişi toplam hesap 4500 leke… Yani
adam başı 25 TL… Böyle bir mekanda fiyatın ne kadar ucuz olduğunu hesap edin
artık…
Teleferik
istasyonuna dönüş için geldiğimizde bizi bir sürpriz bekliyor. Hava muhalefeti
nedeniyle seferlerin geçici olarak durdurulduğu söyleniyor. Bekliyoruz,
bekliyoruz ve bekliyoruz… Bu arada ciddi büyüklükte dolu yağmaya başlıyor. Biz
bekliyoruz ama taksici bekliyor mu acaba? Murat ve Enes yorgun düşüp
uyuyakalıyorlar istasyonun sandalyelerinde. Ben de fırsattan istifade yol
arkadaşım kitabımı okuyorum. “İbn Fadlan Seyahatnamesi”
Yaklaşık 2
saat beklemenin ardından teleferiğe binebiliyoruz. İniş de çıkış kadar keyifli.
Murat teleferikten korktuğu için huzursuz olsa da yaptığımız şakalarla hiç
anlamıyor yolculuğu…
İstasyona
vardığımızda taksici buhar olmuş… Eee haklı o kadar kral beklenmez… Hemen
oradaki bir taksici ile aynı pazarlığı yapıyoruz ama iki katı fiyat veriyor.
Sıkıştığımızı anladığından indirime de yanaşmıyor. Aklımıza sabah konuştuğumuz
Hüsnü abi geliyor. Telefonunu arayıp ona teklif ediyorum. Pazarlık neticesinde
80 Euro’ya anlaşıyoruz. Kafede oturup onu beklerken machiatomuzu içiyoruz. (70
leke) (şişe su 50 leke)… yaklaşık yarım saate Hüsnü abimiz geliyor. Güzel bir
Türkçesi var. Hemen vakit kaybetmeden yola koyuluyoruz. Hedefimiz Petrela Kalesi…
Ethem Bey Cami ve Saat Kulesi |
Ethem Bey Camii |
Saat kulesinden İskender Bey Meydanı.. |
Ulusal Tarih Müzesi |
Meydana adını veren İskender Bey heykeli |
Rinia parkı ve Taiwan Kompleksi |
Piramid ve Barış Çanı |
Barış Çanı |
Tiran üniversitesi ve Nene Teresa meydanı |
nene Terasa heykeli |
Skytower |
Bllokku mahallesinde rengarenk evlerden biri... |
Skytower'den Rinia parkı ve Taiwan kompleksi |
Dericiler köprüsü |
Bilinmeyen Partizanlar Anıtı |
Teleferiku/Dajti express |
Dajti'de dolu sürprizi |
Dajti'de mahsur kaldık |
Petrela Kalesi
Tiran yakınında, arabayla yaklaşık yarım saat… Mutlaka görülmeli… İmparator
Justinian tarafından inşa ettirilen Petrela Kalesi’nin duvarları İS 500 yılında
yaptırıldı. Osmanlı döneminde garnizon olarak kullanılan kale Tiran’ın 15
kilometre güneybatısında, Elbasan yolundaki Farka Köprüsü’nden sonra bulunuyor.
Araba kalenin
bulunduğu yamacın dibine kadar çıkabiliyor. Kale ve ahşap kafesi güzel bir
manzara sunuyor. 3 dakikalık bir yürüyüşle kaleye çıkıyoruz. Aşağıyı tüm
çıplaklığıyla izleyebiliyorsunuz. Kalede kafede oturup soluklanıyoruz. İtalyan
yapımı üzüm suyu söylüyoruz. (200 leke)
Petrela Kalesi |
Petrela Kalesinden... |
Kaledeki ahşap kafe/restoran |
Ve tekrar
yollardayız. Hedefimiz Elbasan… Elbasan yolu dağlık ve virajlı… Fakat tabiat
muhteşem… Yol boyunca çeşitli anıtlar görüyoruz. Bunlar yolda kaza yapan
insanların anısına yakınlarının yaptıkları resimli çerçeveli veya mermer küçük
anıtlar… Uyarıcı olmadığı kesin, çok sayıda var çünkü…
Yolda kiraz
satılıyor, mevsimin ilk kirazı bu bölgede çıkıyormuş. Sapı 200 leke… çok
lezzetli..
Yolda ertesi
gün için teklif Hüsnü abiden geliyor. Berat’a gitmişken niye boş dönsün ki…
Çetin pazarlıklar sonucu Berat-Kruja-İşkodra için 160 Euro’ya anlaşıyoruz. Bu
da tamam, rahatladık…
Ve tepeden
Elbasan görünüyor. Geniş düzlüğe yayılmış kent hafif yağmurla karşılıyor bizi…
Türk firması Kürüm Demir’in devasa tesisleri de göz önünde…
Elbasan…
Osmanlı’nın Arnavutluk topraklarında ilk ayak bastığı şehir… Bu nedenle bu
şehre Elbasan adı verilmiş. Diğer rivayet: Kalesinin sağlamlığı sebebiyle
güçlü/kuvvetli anlamında… Türk mutfağında bulunan Elbasan Tava bu bölgeye ait. Fakat bugün bu bölgede bu yemek
bilinmiyor.
Kalenin olduğu
ana caddeye geliyoruz. Cadde çok işlek.. akşamüstü cıvıl cıvıl.. Kalabalığa
karışıp kalenin ve saat kulesinin resimlerini çekiyoruz.
saat kulesi (16.. yy) orijinal haliyle
duruyor. Roma döneminden kalma tarihi kale…
kalenin giriş kapısında Osmanlı döneminden ayet yazılı kitabe var…
Kale ve saat
kulesinin olduğu ana caddeyi bitirip sağdan caddeye girerek kale boyunca devam
ediyoruz. İlk sokaktan kaleye giriş yapıyoruz. Arnavut kaldırımlı sokaklarda
yürüyüp kale içinde yaşamın devam ettiği evleri gözlemliyoruz.
Elbasan kalesi ve saat kulesi |
Yaklaşık 30-45
dakika Elbasan’da dolaştıktan sonra tekrar yollardayız. Dajti’de vakit
kaybettik. Normal programa göre ikindiden sonra Berat’ta olmamız gerekiyordu.
Berat yolunda güneşi batırıyoruz. Berat yolu çok bozuktu. Otobüs ve kamyonların
bile kullandığı bu yol delik deşik bir haldeydi.
Tiran’a 100 km
mesafede olan, arabayla yaklaşık 3-3,5 saat süren Berat’a akşam 9 gibi
varıyoruz. Doğruca otelimize (Hotel Berati) gidiyoruz. Odamızı görüp eşyaları
koyduktan sonra aşağı lobiye varıyoruz. Oda+kahvaltı kişi başı ücret 15 euro…
Otelde kalan Batı Trakya Türkü Tahsin ile tanışıyoruz. Bir Yunan tütün
firmasında çalışıyormuş. Otelin yemeklerinin güzel olduğunu söyleyince dışarıda
yemek yemekten vazgeçiyoruz. Karışık et ve köfte söylüyoruz. Arnavutçada domuz
etine gici deniliyor. Menüde gici de var. Hatta şehirde özel gici kasapları
gördük. Toplam hesap 2750 leke… Dört kişi, kişi başı 12 lira bile etmiyor.
Seyahatimiz boyunca arkadaşlara doymak için değil, tatmak için yiyelim, çeşit
çeşit yiyelim dedim ve buna göre yemek siparişlerimizi verdik. Çok da iyi
yaptık…
Yemeğin
ardından hem yemeği eritmek hem de Berat’ı kısaca tanımak için yürüyüşe
çıkıyoruz. Ortodoks kilisesi ve Kurşunlu Camiinin olduğu alandan geçip Berat
Üniversitesi önüne geliyoruz. Amerika hayranlığı nedeniyle üniversite binasını
Kongre Binasına benzetmişler. Oradan Osumi nehrini solumuza alıp geldiğimiz
yöne doğru yürüyoruz.
Berat… “Bin
pencereli şehir”, Arnavutluğun Safranbolu’su…Türkiye dahil Osmanlı
coğrafyasının mimarisi en iyi korunmuş şehri...
Şehri Osumi nehri ikiye bölüyor: Müslüman ve Hıristiyan
bölgeleri…nehrin solundaki Osmanlı evlerinde Hıristiyanlar, kale tarafı ise
Müslüman mahallesi…
Berat’ın iki
yanındaki Tomorr ve Shpirag dağlarının nasıl oluştuğuna dair bir efsane…
Söylenceye göre Tomorr ve Shpirag adlı iki kardeş dev varmış. Bunlar aynı kıza
aşık olunca aralarında kavga başlamış. Tomorr’un elinde bir kılıç, Shpirag’da
ise bir gürz varmış. Birbirlerine vurdukça Shpirag’ın üstünde çizikler,
Tomorr’un üstünde yarıklar oluşmuş. Bunu gören kızın gözlerinden akan yaşlar da
Osum Nehri’ni meydana getirmiş. Shpirag’ın çizgileri çok belirgin, hatta bir
dönem bu çizgilerin arasında büyük harflerle “ENVER” yazılıymış, şimdi ise onun
yerine Enver Hoca’yı dönemini asla yeniden yaşamamak istercesine “NEVER”
yazıyor.
Gece ışıklarla
inci gibi pırıl pırıl parıldıyor evler ve tepede Berat kalesi… Bekarlar Caminin
karşısında yeni köprüyü yürüyerek karşıya geçiyoruz. Nehir sağımızda, tarihi
Gorica köprüsüne doğru yürüyoruz. Gorica’dan tekrar karşıya geçip otel
istikametinde yürümeye devam ediyoruz. Bekarlar Caminin yakınında açık bir
kafede machiato içiyoruz. Büyük boy machiato 90 leke…
Artık yorulduk
ve uyku vakti…Oteldeyiz…
2.Gün BERAT-KRUJA-İŞKODRA (8 May 2013)
Sabah 6’da
telefonumun alarmına uyanıyorum. Hüsnü abi de uyanık. Murat’ın horlamasından
uyuyamamış. Ben deliksiz uyudum yorgunluktan.
Üzerimizi
giyinip ikimiz yürüyüşe çıkıyoruz. Akşam yaptığımız turu yapıp fotoğraflarını
çekiyoruz. Berat gece kadar güzel gündüz de…Bekarlar camisi ve Halveti
tekkesine uğruyoruz. 19. yüzyılda inşa edilen nispeten yeni olan Bekarlar
Camii, özellikle dış duvarlarını süsleyen desenlerle dikkat çekiyor.
Söylendiğine göre, cami eskiden esnafın dükkanlarında çalışan bıçkın
delikanlılar için inşa edilmiş.
Kurşunlu Cami
ve Ortodoks kilisesini gündüz gözüyle detaylı inceliyoruz. Kurşunlu Cami (Xhamia
e Plumbit) ... 1555 tarihli bu yapı kubbesini örten kurşun kaplamadan dolayı bu
ismi almış, tıpkı bu akşam göreceğimiz İşkodra’daki gibi… Kanunî Sultan
Süleyman zamanında inşa edilen caminin yapıldığı yıllardaki külliyesinden şimdilerde
eser kalmamış. Ancak, Arnavutluk'ta günümüze kalan Osmanlı eserlerinin en
önemlilerinden sayılıyor.
Hotel Berati |
Ortodoks Kilisesi |
Kurşunlu Cami |
Berat Üniversitesi |
Bekarlar Cami ve tepede kale |
Gorica köprüsü |
St.Micheal Kilisesi |
Halveti Tekkesi |
Domuz eti kasabı |
oteldeki kahvaltımız |
Otele dönüp
Murat ve Enes’i uyandırıyoruz. Biraz mızmızlansalar da kararlılığım galip
geliyor. Aşağıya inip kahvaltımızı yapıyoruz. Kahvaltı da peynir, omlet ve
reçel var. Çay çok değişik geldi. Sallama çay poşette değil, toz halinde…
Kahvaltının
ardından otelden eşyalarımızla ayrılıyoruz ve doğruca arabayla kaleye
çıkıyoruz. Kaleye yürüyerek de çıkabilirsiniz. Eğer vaktiniz varsa mutlaka
yürüyün ve kale yolundaki yaşamı gözlemleyin.
Kale içinde
günlük yaşamın olduğu bir mahalleyi barındırıyor. Siz tarih diye bakarken onlar
günü yaşıyorlar. Her şey olağanüstü iken o kadar normal ki… Kaleye giriş ücreti
100 leke…
Kale girişinde
Onufri Müzesi (Muzeu Kombetar Onufri)
bulunuyor. 16. yüzyılda yaşamış olan Onufri, Arnavutluk’un en önemli
ressamlarından biri. İkonalarındaki gerçekçiliği ve yüz ifadeleriyle öne çıkmış
bir sanatçı, bir de kendisiyle özdeşleşen kırmızı renkle… Kırmızının bu canlı
ve parlak tonunu onun yetiştirdiği sanatçılar bile elde etmeyi başaramamış.
Müze, yılda sadece bir kez ayin düzenlenen Azize
Meryem Kilisesi’nin (Kisha Fjetja e Shën Mërisë) içinde yer alıyor. 1797
tarihli kilise aslında 10. yüzyıldan kalma bir katedralin üstüne inşa edilmiş
Kalede
yaklaşık yarım saat yürüyoruz. Manzara muhteşem, Berat’ı tüm yönden
görebiliyorsunuz. Kale içindeki tarihi eserlerden beni en çok etkileyen oldukça
iyi halde görünen Kutsal Üçleme/ Holy
Trinity Kilisesi (Kisha Shen Triades) oldu. Ayrıca Esnaf Camii'nin
arkasındaki sırtta yamaca dikilmiş olan ufak kırmızı kilise St. Michael Şapeli (Kisha e Shen
Mëhillit) kaleden izlenebilir. Kalenin diğer tarafında minaresi yarı yarıya
yıkılmış, sadece dış duvarları ayakta kalmış Kızıl Cami (Xhamia e Kuqe) ... 15. yüzyıldan kalma bu yapı Berat’ın
ilk camisiymiş.
Kutsal Üçlü Kilisesi |
Kızıl Cami |
Kale
yürüyüşümüzü sonlandırıp Berat’tan ayrılıyoruz. Hedefimiz Kruja… Durres
üzerinden gideceğiz. Berat yolunu bitirip Durres yoluna sapınca yol nispeten
düzeliyor. Hüsnü abi Durres’de machiato içelim diyor. Denizin üstüne
Bunker/Korugan şeklinde yapılmış olan Lisola Club’da machiatolarımızı içiyoruz.
Havaalanı ve
Tiran’ın yanından geçerek Kruja’ya doğru devam ediyoruz. Kruja, aşağı ve
yukarı olmak üzere ikiye ayrılmış. Kalenin olduğu tarihi Kruja yukarıda… Kruja
Türkçe adıyla Akçahisar Tiran’ın 47 kilometre kuzeyinde… Arnavutluk’un ilk
başkenti… İskender Bey’in doğduğu ve Arnavut isyan hareketlerini başlattığı
yer... Kabri ise İşkodra yolu üzerinde Leja şehrindeki kilisede…
Şehre doğru
yol alırken Arnavutluk yollarında devamlı gördüğümüz Bunker/Koruganlardan birinde duruyoruz. Bunlar
beton papatyalar… Enver Hoca tarafından yaptırılmış beton sığınaklar... Tüm
Arnavutlukta 24 bin adet olduğu söyleniyor. Dayanıklı olup olmadığını test
etmek için mimarı içine konulup üstüne bomba atılırmış. Bunlar o kadar sağlam
ki ne yıkılabiliyor, ne de sökülebiliyor. Bazen gençler bunları sevişmek için
kullanıyor. Tam da “savaşma seviş” misali.
Kruja’ya doğru çıkarken yol üstünde Sarı
Saltuk türbesi önümüze çıkıyor. Bektaşilik bu bölgede çok yaygın… Saat 12 gibi
Kruja’dayız. Merkeze girişte yine İskenderbey heykeli… Osmanlı çarşısını geçip
kaleye doğru devam ediyoruz. Arabadan inip ilk işimiz kuleye yönelmek oluyor.
Orada bulunan çocuk cebinden anahtarı çıkartıp yukarı çıkabileceğimizi
söylüyor. Üç kişi için 200 leke veriyoruz. Kuleden tüm Kruja’yı gözlemliyoruz.
Sarı Saltuk Türbesi |
Osmanlı Çarşısı |
kule |
Ardından kale içindeki Gjergj
Kastrioti Müzesi’ne giriyoruz. Kişi başı 200 leke… Müze çok zengin… Arnavutluk
tarihi ve özellikle İskender Bey hakkında çok zengin objeler mevcut… Müzenin
terasından da güzel bir Kruja seyri yapabilirsiniz.
Tek yıkık minaresi kalmış Bayazıt Camii
kalıntısı ve İskender Bey’in diktiğine inanılan zeytin ağacı kale içinde…
İskender Bey’in bir yasasına göre evlenen her çift 25 üzüm ve 20 zeytin fidesi
dikmesi zorunda imiş. Bu nedenle Arnavutluk’ta bol üzüm ve zeytin bağları var.
Kaleden aşağı inip çarşı yolunda ilk
magnetlerimizi alıyoruz. 300 leke fiyatı olan magnetleri 200’er lekeden
alıyoruz.
Yola devam… Hedefimiz İşkodra.. Yol artık çok
daha güzel ve düzgün.. Acıktık, Hüsnü abinin ballandırarak anlattığı kuzu budu
yemeğe gideceğiz. İşkodra yolunda Vllaznia Restoranda duruyoruz. Vllaznia
İşkodra kentinin futbol takımının adı.. Kuzu budu, süzme yoğurt, kaşkaval,
kızarmış ekmek ve salatadan oluşan menümüzü limonlu soda ile tamamlıyoruz.
Hesap 4 kişi 5000 leke… Adam başı 20 TL…
Saat 17:30 civarı İşkodra ve Rozafa kalesi
görünüyor. İşkodra… Drin ve Buna (Bojana) nehirleri burada kesişiyor. Kendi
adıyla anılan gölün (Balkanların en büyük gölü-yarısı Karadağ’a ait) kenarında
kurulmuş çok güzel bir şehir... Her şeyi ile Osmanlının izlerini taşıyor.
Arnavutluk’ta İşkodra ve Yunanistan’da Yanya Balkan tarihi açısından çok
önemlidir. Çünkü 1911-1912 I. Balkan harbinde her yer düşmesine rağmen bu iki şehir
düşmemiş ve 5 ay direnmiştir. Hasan Rıza Paşanın İşkodra savunması bir
destandır. Arnavut ve Türkler kuzeyden gelen Karadağ, Sırp ve diğer düşmanlara
karşı yaptıkları 5 meydan savaşını kazanmışlardır. Türkleri yenemeyeceklerini
anlamaları üzerine İşkodra başpiskoposu ve Hıristiyan Arnavut asıllı Esat
Paşa’nın entrikaları sonucu H. Rıza Paşa başpiskoposun evine toplantıya
giderken alçakça pusuya düşürülerek şehit edilmiş.
Doğruca kaleye yöneliyoruz. Kaleye giriş 200
leke… Rozafa kalesi, çok eski
bir kale (M.Ö 160)… Şehre hakim bir tepede… İşkodra gölünü ve gölden doğan Buma
nehri ile şehri seyrediyorsunuz. Kaleyi yarım saat kadar adımlıyoruz. Her
açıdan şehri izlemenin keyfini çıkarıyoruz. Kaleden sular altında kalmış olan
Kurşunlu Camini görüyoruz. Komünist dönemde yıkılmayıp açık bırakılan şehirdeki
tek camiymiş…
sular altında kalan Kurşunlu Cami |
Hüsnü abi
havaalanına yetişmek zorunda… Fakat araba altımızdayken şehirden biraz uzakta
olan tarihi Mesi köprüsünü görmek istiyoruz. Sağolsun bizi kırmıyor. Yolu çok
bozuk… Yaklaşık 20 dakika sonra Mesi köprüsü önümüzde… Bu tarihi köprü bizi
büyülüyor. 108 m… 1770 yapımı…Kiri nehri üzerindeki köprü tam bir mühendislik
harikası bir eser.
Şehre geri
dönüp otelimizin göründüğü Demokrasi meydanında iniyoruz. Hüsnü abiyle
helalleşip vedalaşıyoruz.
Otelimiz
Kaduki hotel… Oda+kahvaltı kişi başı 16 Euro… Odamıza yerleşip şehri yürümeye
çıkıyoruz. Murat ve Enes yürümekten şikayetçiler.. Onlara “arabayla gezilmez,
bir yerden bir yere gidilir” diyorum.
Ebu Bekir Cami
ve Ortodoks kilisesinin olduğu merkezde yürüyoruz. Cami, Rijeka’da yeni yapılan
camiye kadar Türkiye hariç balkanların en büyük camisiymiş. Şehrin İstiklal
caddesi diyebileceğimiz Pjaca/Kol Idromeno caddesinde
turluyoruz. Her taraf kafe restoran dolu… Cemal Draçini caddesinden Demokrasi
meydanına dönüp Zogu Bulvarının sonuna kadar yürüyoruz. Bu uzun yürüyüşümüzde
hayatımızda görmediğimiz kadar bisiklet süren insan görüyoruz. İşkodra tam bir
bisiklet kenti.. Dönüşte yürüyüşümüzü
Mehmet Paşa Bulvarı boyunca yapıp tekrar kafelerin bol olduğu Idremeno
caddesine geliyoruz. Karnımız tok… Tatlı ziyafeti çekelim diyoruz. San
Francisco Bar kafede tatlı ve dondurma ziyafeti çekiyoruz. 1400 leke hesap
ödüyoruz. Ebu Bekir Camiinde akşam ezanı okunuyor. Çok farklı ve harika bir
makamı vardı müezzinin…
Ebu Bekir Cami |
İdremeno caddesi |
Medrese Camisi |
Ortodoks kilisesi |
Ve güzel bir
sürpriz… Dayı oğlu Blerim, eşi ve kızıyla beraber Prishtina’dan beni ziyarete
geliyor… Onlarla otelin önündeki kafede buluşup bir iki saat dışarıda gezip
sohbet ediyoruz. Bu kadar yolu benim için kat etmesi gerçekten çok büyük bir
jestti. Onları uğurlayıp otele dönüyorum.
Gece 12 gibi
otelde uyumaya hazırız. Yarın sınırı geçip Karadağ Ulcinj’e varacağız. Bakalım
taksiyle ne kadara anlaşacağız.
İki günün kısa
raporu:
Dajti’deki
gecikme hariç her şey planlandığı gibi gidiyor. Yapmak istediğim her şeyi şuana
kadar yapmış bulunuyorum.
Oğlum Agah ve
kızım Şevval’i özledim. Annelerini de özledim.
Tatlı rüyalar
beni baba yapan canlarım…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder