English Expressions & Phrases
can't stand
= dislike, hate, to not like
not able to suffer, cannot endure
= sevmemek, hoşlanmamak, hoşuna gitmemek, hazzetmemek
dayanamamak, katlanamamak, tahammül edememek, çekememek, kaldıramamak
gıcık olmak/etmek, uyuz olmak/etmek
* I can't stand the heat, we should buy an air-conditioner.
(Sıcağa dayanamıyorum, klima alsak iyi olur/almamız gerekiyor.)
* I can't stand losing.
(Kaybetmeye tahammülüm yoktur/kaybetmeyi hiç sevmem/kaybetmekten nefret ederim.)
* I hope that noise stops soon - I don't think I can stand it much longer!
(Umarım bu gürültü yakında sona erer, daha fazla dayanabileceğimi/kaldırabileceğimi hiç sanmıyorum.)
* I can’t stand his lies any more.
(Yalanlarına artık/daha fazla dayanamıyorum/katlanamıyorum.)
* He can't stand love songs. He thinks the words are silly.
(Aşk şarkılarını sevmiyor/sevmez. Sözlerini aptalca/saçma sapan buluyor/sözleri ona saçmalık olarak/saçma sapan geliyor.)
* She can't stand doing housework.
(Ev işi yapmayı sevmez/yapmaktan hoşlanmaz/nefret eder.)
* I can't stand selfish people.
(Bencil/sadece kendini düşünen insanlara dayanamıyorum.)
(Bencil/sadece kendini düşünen insanları hiç sevmem.)
* I know he can't stand the sight of me.
(Onun beni görmekten hoşlanmadığını biliyorum/hoşlanmadığının farkındayım.)
* I can't stand people smoking around me when I'm eating.
(Yemek yerken insanların çevremde/yakınımda sigara içmelerine dayanamıyorum/gıcık oluyorum/içmelerinden hiç hoşlanmıyorum.)
* My wife can't stand sleeping in a room with all of the windows closed.
(Karım bütün pencereleri/pencerelerin hepsi kapalı/kapalı olan bir odada uyumayı hiç sevmez.)
* I can’t stand your coming late.
(Geç gelmene katlanamıyorum/Geç gelmen hiç hoşuma gitmiyor.)
* My sister can't stand watching a match on TV.
(Kız kardeşim televizyonda maç izlemekten nefret eder/izlemeyi hiç sevmez.)
* Nancy can't stand working the late shift.
(Nancy geç vardiya çalışmaktan nefret eder/çalışmayı hiç sevmez.)
* I can't stand people who make racist jokes.
(Irkçı şakalar/espriler yapan/fıkralar anlatan insanlara uyuz olurum/insanları hiç sevmem.)
* I can’t stand going to parties where I don’t know anyone.
(Kimseyi tanımadığım/tanıdıklarımın olmadığı partilere gitmeyi sevmem.)
* I can’t stand Tom’s speaking German.
(Tom’un Almanca konuşmasına tahammül edemiyorum/dayanamıyorum/konuşması beni gıcık ediyor.)
* None of us can stand this place.
(Bu yeri hiç birimiz sevmiyoruz/bu yer hiç birimizin hoşuna gitmiyor.)
* I can't stand people who smoke in public places.
(Halka açık yerlerde sigara içen insanları hiç sevmem/insanlara uyuz/gıcık olurum.)
* She can’t stand taking the dog for a walk.
(Köpeği yürüyüşe çıkarmaktan hiç hoşlanmıyor/çıkarmayı hiç sevmiyor.)
* The psychologist still couldn’t understand the exact reason why the patient can’t stand seeing his family members.
(Psikologlar hastanın aile üyelerini görmeye dayanamamasının tam/kesin nedenini hala anlayabilmiş/bulabilmiş değiller.)
* I can't stand being insulted!
(Onurumun kırılmasına/aşağılanmaya dayanamam/tahammül edemem/onurumun kırılmasını/aşağılanmayı kaldıramam.)
* A: I can’t stand cleaning my house, it takes so long!
(Evimi temizlemeyi hiç sevmiyorum, çok uzun sürüyor/bitmiyor bir türlü!)
B: I know! It’s not fun. I can’t stand cleaning either!
(Aynen! Sıkıcı bir şey/iş. Ben de temizlemekten hoşlanmıyorum.)
* Mum: What’s wrong David?
(Neyin var David/canın neye sıkılıyor/sıkkın David?)
David: I don’t want to go to the doctor! I can’t stand injections!
(Doktora gitmek istemiyorum. İğneye dayanamıyorum/iğne olmayı hiç sevmiyorum.)
* I can tolerate the heat, but what I can't stand is this humidity!
(Sıcak bir yere kadar da/neyse de, ama bu ne dayanılmaz/tahammül edilmez bir nem!)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder