19 Şubat 2015 Perşembe

İngilizce Deyimler ve İfadeler 81

English Expressions & Phrases


can't stand

= dislike, hate, to not like
    not able to suffer, cannot endure

= sevmemek, hoşlanmamak, hoşuna gitmemek, hazzetmemek
    dayanamamak, katlanamamak, tahammül edememek, çekememek, kaldıramamak
    gıcık olmak/etmek, uyuz olmak/etmek



* I can't stand the heat, we should buy an air-conditioner.
  (Sıcağa dayanamıyorum, klima alsak iyi olur/almamız gerekiyor.)

* I can't stand losing.
  (Kaybetmeye tahammülüm yoktur/kaybetmeyi hiç sevmem/kaybetmekten nefret ederim.)

* I hope that noise stops soon - I don't think I can stand it much longer!
  (Umarım bu gürültü yakında sona erer, daha fazla dayanabileceğimi/kaldırabileceğimi hiç sanmıyorum.)

* I can’t stand his lies any more.
  (Yalanlarına artık/daha fazla dayanamıyorum/katlanamıyorum.)

* He can't stand love songs. He thinks the words are silly.
  (Aşk şarkılarını sevmiyor/sevmez. Sözlerini aptalca/saçma sapan buluyor/sözleri ona saçmalık olarak/saçma sapan geliyor.)

* She can't stand doing housework.
  (Ev işi yapmayı sevmez/yapmaktan hoşlanmaz/nefret eder.)

* I can't stand selfish people.
  (Bencil/sadece kendini düşünen insanlara dayanamıyorum.)
  (Bencil/sadece kendini düşünen insanları hiç sevmem.)


* I know he can't stand the sight of me.
  (Onun beni görmekten hoşlanmadığını biliyorum/hoşlanmadığının farkındayım.)

* I can't stand people smoking around me when I'm eating.
  (Yemek yerken insanların çevremde/yakınımda sigara içmelerine dayanamıyorum/gıcık oluyorum/içmelerinden hiç hoşlanmıyorum.)

* My wife can't stand sleeping in a room with all of the windows closed.
  (Karım bütün pencereleri/pencerelerin hepsi kapalı/kapalı olan bir odada uyumayı hiç sevmez.)

* I can’t stand your coming late.
  (Geç gelmene katlanamıyorum/Geç gelmen hiç hoşuma gitmiyor.)

* My sister can't stand watching a match on TV.
  (Kız kardeşim televizyonda maç izlemekten nefret eder/izlemeyi hiç sevmez.)

* Nancy can't stand working the late shift.
  (Nancy geç vardiya çalışmaktan nefret eder/çalışmayı hiç sevmez.)

* I can't stand people who make racist jokes.
  (Irkçı şakalar/espriler yapan/fıkralar anlatan insanlara uyuz olurum/insanları hiç sevmem.)

* I can’t stand going to parties where I don’t know anyone.
  (Kimseyi tanımadığım/tanıdıklarımın olmadığı partilere gitmeyi sevmem.)

* I can’t stand Tom’s speaking German.
  (Tom’un Almanca konuşmasına tahammül edemiyorum/dayanamıyorum/konuşması beni gıcık ediyor.)

* None of us can stand this place.
  (Bu yeri hiç birimiz sevmiyoruz/bu yer hiç birimizin hoşuna gitmiyor.)

* I can't stand people who smoke in public places.
  (Halka açık yerlerde sigara içen insanları hiç sevmem/insanlara uyuz/gıcık olurum.)

* She can’t stand taking the dog for a walk.
  (Köpeği yürüyüşe çıkarmaktan hiç hoşlanmıyor/çıkarmayı hiç sevmiyor.)

* The psychologist still couldn’t understand the exact reason why the patient can’t stand seeing his family members.
  (Psikologlar hastanın aile üyelerini görmeye dayanamamasının tam/kesin nedenini hala anlayabilmiş/bulabilmiş değiller.)

* I can't stand being insulted!
  (Onurumun kırılmasına/aşağılanmaya dayanamam/tahammül edemem/onurumun kırılmasını/aşağılanmayı kaldıramam.)

* A: I can’t stand cleaning my house, it takes so long!
  (Evimi temizlemeyi hiç sevmiyorum, çok uzun sürüyor/bitmiyor bir türlü!)
  B: I know! It’s not fun. I can’t stand cleaning either!
  (Aynen! Sıkıcı bir şey/iş. Ben de temizlemekten hoşlanmıyorum.)

* Mum: What’s wrong David?
  (Neyin var David/canın neye sıkılıyor/sıkkın David?)
  David: I don’t want to go to the doctor! I can’t stand injections!
  (Doktora gitmek istemiyorum. İğneye dayanamıyorum/iğne olmayı hiç sevmiyorum.)

* I can tolerate the heat, but what I can't stand is this humidity!
  (Sıcak bir yere kadar da/neyse de, ama bu ne dayanılmaz/tahammül edilmez bir nem!)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder