4 Ekim 2014 Cumartesi

Şarkı Şarkı Şakır Şakır İngilizce 6

Learning English With Songs



I Know What It Is To Be Young / Orson Welles
 

When we are young age has no meaning
(Gençken/yaşımız gençken/genç yaşlardayken/gençlikte yaşın/yaşlılığın bir önemi olmuyor/yoktur/yaş/yaşlılık bir anlam ifade etmiyor)
I never gave it a second thought
(Ben de yaşlılığı/yaşlanmayı hiç aklıma getirmiyordum/lafını bile etmiyordum/pek önemsemiyordum/ciddiye almıyordum)
until one day along came this old man
(Ta ki bir gün bu yaşlı adam çıkıp gelip)
and this is what he said to me
(bana şu sözü söyleyene/diyene kadar)
yes this is what he said to me
(evet, bana şu sözü söyleyene kadar/bana dediği şu söze kadar)

I know what it is to be young
(Ben gençliğin/genç olmanın ne demek olduğunu/gençlik nasıl birşeydir bilirim/biliyorum)
but you, you don't know what it is to be old
(fakat sen, sen yaşlılığın/yaşlı olmanın ne demek olduğunu/yaşlılık nasıl birşeydir bilmezsin/bilmiyorsun)
someday, you'll be saying the same thing
(birgün aynı şeyi sen de söyleyeceksin)
time takes away so the story is told
(zaman seni de o ana/bu sözleri söyleyeceğin ana götürecek, bu yüzden/onun için bu hikaye anlatılır/dillerdedir)

I've asked so many questions
(Birçok soru sordum/sorularım oldu)
to the wise men i've met
(Tanıştığım/karşılaştığım bilge insanlara)
couldn't find all the answers
(sorularımın hepsinin cevabını bulamadım)
no one has as yet.
(Şu ana kadar bulan da yok/olmadı/kimse de bulamadı)
 
There'll be days to remember
(Unutulmayacak günlerin olacak/günler yaşayacaksın)
full of laughter and tears
(kahkaha ve gözyaşları ile dolu)
after summer comes winter and so go the years
(yazdan sonra kış gelir, böylece yıllar geçer)
(mutlu günlerin de olacak sıkıntılı günlerin de, böylece geçecek ömür)
 
So my friend..
(işte böyle dostum)
lets make music together
(gel birlikte birşeyler çalalım/şarkılar söyleyelim)
I'll play the old while you sing me the new
(sen bana yeni şarkılardan söylerken ben sana eskilerden çalayım/söyleyeyim)
 
In time when your young days are over
(zamanla gençlik yılların geride kaldığında/yaşlandığında)
there'll be someone sharing their time with you
(o gençlik yıllarını/anılarını/gençliğinde yaşadıklarını paylaştığın biri olacak yanında)

I know what it is to be young
.....

------- ------
* to have no meaning
= anlamı olmamak, önemi olmamak, birşey/anlam ifade etmemek
- Life has no meaning without you.
  (Sensiz hayatın/yaşamın hiçbir anlamı yok/tadı tuzu yok.)
- Time has no meaning there.
  (Orada zamanın bir önemi yok/zaman kavramı diye bir şey yok.)

* not/never give someone/something a second/another thought
= aklına getirmemek, hakkında düşünmemek, kafa yormamak, dert etmemek, pek/fazla ciddiye almamak/önemsememek
- Don't give it a second thought!
  (rica ederim/aşkolsun ne demek, dert etme, hiç lafını bile etme, unut gitsin)
- Jane: Ihope I didn't hurt your feelings when I said you were too loud. Bill: Don't give it a second thought. I was too loud.
  (Jane: Umarım sesin çok çıkıyor/çok gürültü yapıyorsun dediğim için seni incitmemişimdir/kırmamışımdır. Bill: Dert etme. Çok ses çıkartıyordum/gürültü yapıyordum.)
- You didn't mean to, I know. Don't give it a second thought.
  (Onu kastetmediğini/öyle demek istemediğini biliyorum. Unut gitsin.
 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder