20 Ekim 2014 Pazartesi

Şarkı Şarkı Şakır Şakır İngilizce 13

Learning English With Songs

Ode To My Family / The Cranberries


Understand the things I say
(Anlayın söylediğim şeyleri/sözlerimi anlayın)
Don't turn away from me
(Bana sırt çevirmeyin/benle ilişkinizi koparmayın)
'Cause I've spent half my life out there
(çünkü ömrümün/hayatımın yarısını yanınızda/sizinle geçirdim)
You wouldn't disagree
(aksini söyleyemezsiniz/bunu inkar edemezsiniz)
D'you see me, d'you see
(beni görüyor musunuz, görüyor musunuz?)
Do you like me, do you like me standing there
(beni seviyor musunuz, yanınızda olmam hoşunuza gidiyor mu?)
D'you notice, d'you know
(farkında mısınız, biliyor musunuz?)
Do you see me, do you see me
(beni görüyor musunuz, beni görüyor musunuz?)
Does anyone care
(kimsenin umrunda mı ki?)

Unhappiness, where's when I was young
(ben küçükken de mutsuzluk vardı)
And we didn't give a damn
(ama önemsemiyorduk/umursamıyorduk)
'Cause we were raised
(çünkü yetiştirilmiştik)
To see life as a fun and take it if we can
(hayatı eğlence/oyun olarak görmek ve hayatta eğlenebildiğimiz kadar eğlenmek için)
My mother, my mother she hold me
(Annem, annem bana sarılırdı/beni kollarına alırdı.)
She hold me, when I was out there
(Annem bana sarılırdı beraber/birlikte/aynı evde yaşarken)
My father, my father, he liked me
(babam, babam beni severdi)
Oh he liked me, does anyone care
(ah babam beni severdi, kimsenin umrunda mı ki)

Understand what I've become
(şuan geldiğim noktayı/şuanki beni/yeni beni anlayın)
It wasn't my design
(böyle olmasını istememiştim/bu hale gelmek tasarladığım/planladığım birşey değildi)
And people everywhere think
(her yerde insanlar bekliyor)
Something better than I am
(olduğumdan daha iyisini)
But I miss you, I miss
(ama sizi özlüyorum, özlüyorum)
'Cause I liked it, cause I liked it
(çünkü hoşuma gidiyordu/seviyordum, çünkü hoşuma gidiyordu)
When I was out there
(sizinle birlikte olmak)
D'you know this, d'you know
(bunu biliyor musunuz, biliyor musunuz?)
You did not find me, you did not find
(beni anlamadınız, anlamadınız)
Does anyone care
(kimsenin umurunda mı ki?)
***
Unhappiness where's when I was young
...

Does anyone care

----- -----

* to turn away from someone
= yüz çevirmek, sırtını dönmek, sırt çevirmek, muhatap olmamak, ilişkisini koparmak/bitirmek
- Jane turned away from Peter after she told him to go to hell.
  (Jane Peter'e "canın cehenneme" dedikten sonra/deyip ona yüz çevirdi/sırtını döndü.)
- Turn away from the ones who hurt everyone.
  (Herkesin canını yakanlara/üzen insanlara sırt çevir/öyle insanlarla muhatap olma.)
- Kazakhstan does not intend to turn away from Russia; nevertheless, it is letting Russia know that it will not forgo its political independence.
  (Kazakistan sırtını Rusya’ya dönmek/Rusya'yla ilişkilerini bitirmek istemiyor. Bununla birlikte siyasal bağımsızlığından vazgeçmeyeceğini de Rusya’nın bilmesini sağlıyor.)

- not to give a damn (about)
= umursamamak, iplememek, takmamak, aldırmamak, ilgilenmemek, önemsememek, sallamamak
- I don't give a damn!
  (Umrumda değil, beni ilgilendirmiyor/ilgilendirmez, vız gelir tırıs gider, sikimde değil, çok da fifi)
- I don't give a damn about uncle sam! I ain't going to Vietnam!
  (Sam Amca umrumda değil/Sam Amca'dan banane, Vietnam'a gitmeyeceğim/gitmiyorum!.)
-  He can think what he likes. I don't give a damn.
  (İstediğini düşünsün, umrumda değil.)
- Most companies don't give a damn about the environment.
  (Çevre çoğu firmanın/şirketin umrunda değil, firmaların/şirketlerin çoğu çevreyi önemsemiyor.)
- I've made my decision and I don't give a damn what they think.
  (Ben kararımı verdim, onların ne düşündüğü umrumda değil/beni ilgilendirmiyor.)

* to be raised
= yetiştirilmek, büyütülmek
- Where were you raised; in a cave?
  (Nerede büyüdün sen, mağarada mı/mağarada mı yetiştin/büyüdün sen?)
- Were you raised by your grandmother?
  (Seni ananen/babanen mi büyüttü/yetiştirdi?)
- He was raised by murderers and thieves.
  (Katiller ve hırsızlar tarafından yetiştirildi/büyütüldü/Katillerin ve hırsızların arasında büyüdü/yetişti.)
- That' s the way I was raised.
  (Beni böyle yetiştirdiler/ben böyle gördüm/ben böyle yetiştirildim/büyütüldüm)

* to see someone/something as
= gözüyle bakmak, olarak görmek, .... bulmak, .... görmek, olarak düşünmek/kabul etmek/saymak
- I don't see you as mayor.
  (Seni belediye başkanı olarak düşünemiyorum/hayal edemiyorum/gözümde canlandıramıyorum.)
- John saw the new salesman as a threat to his territory.
  (John yeni satış elemanını kendi pazarına/portföyüne tehdit olarak gördü.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder