28 Ekim 2014 Salı

Şarkı Şarkı Şakır Şakır İngilizce 18

Learning English With Songs

I Want To Break Free / Queen


I want to break free
(kurtulmak istiyorum)
I want to break free
I want to break free from your lies
(yalanlarından -çok sıkıldım-kaçıp kurtulmak istiyorum)
You're so self satisfied I don't need you
(kendini beğenmişin tekisin/kendini dev aynasında görüyorsun/kendini bir bok sanıyorsun-sensiz yapamayacağımı düşünüyorsun-, sana ihtiyacım yok)
I've got to break free
(kaçıp kurtulmam lazım/kaçıp kurtulmaya ihtiyacım var)
God knows, God knows I want to break free.
(Tanrı biliyor/şahit/şahidim ki, kurtulmak istiyorum)

I've fallen in love
(aşık oldum)
I've fallen in love for the first time
(ilk defa aşık oldum)

And this time I know it's for real
(bu sefer hissediyorum/inanıyorum hissettiklerim gerçek/gerçekten aşık oldum)
I've fallen in love, yeah
God knows, God knows I've fallen in love.
(tanrı şahidim ki aşık oldum/seviyorum)

It's strange but it's true
(tuhaf/garip -gelebilir- ama gerçek)
I can't get over the way you love me like you do
(senin gibi birinin beni sevme şekli/biçimi/sevişi beni çok şaşırttı)
(böyle sevebilecek biri gibi durmuyorsun)
But I have to be sure
(ama emin olmam lazım)
When I walk out that door
(şu kapıdan çıkıp gittiğimde/gittiğim zaman/evi/seni terk ettiğim zaman)
Oh how I want to be free, baby
(özgür olmayı/senden ayrılıp kurtulmayı ne kadar/ne denli istediğimden/istiyormuşum)(emin olmam lazım)
(kaçıp kurtulmanın/seni terk etmenin sonuçlarını göze aldığımdan emin olmam lazım)
(bakalım göreceğiz senden kurtulmayı ne kadar istiyormuşum)
Oh how I want to be free,
Oh how I want to break free.

But life still goes on
(ama hayat yine de devam ediyor)
I can't get used to, living without, living without,
(alışamam olmadan yaşamaya, olmadan yaşamaya)
Living without you by my side
(yanımda sen olmadan yaşamaya)
I don't want to live alone, hey
(yalnız yaşamak istemiyorum)
God knows, got to make it on my own
(Tanrı biliyor/tanrı şahit/şahidim ki kendi başıma yaşamam lazım/kendi ayaklarımın üstünde durmam/başımın çaresine bakmam lazım)
So baby can't you see
(bebeğim görmüyor musun/anlamıyor musun/anlasana)
I've got to break free.
(kaçıp kurtulmam lazım/kaçıp kurtulmaya ihtiyacım var)

I've got to break free
I want to break free, yeah
I want, I want, I want, I want to break free.

-------------- --------

* to break free (from someone/something)
= kurtulmak, kaçıp kurtulmak, serbest/özgür kalmak,
- Oh my life is so routine, every morning I wake up and have endure the same old thing again and again!... oh...how I want to break free!
  (Ah/of hayatım çok monoton/tekdüze, her sabah kalk/uyan, tekrar tekrar aynı şeylere tahammül et/dayan. ah, bu hayattan/monotonluktan nasıl da kaçıp kurtulmak istiyorum.)
- He finally managed to break free from his attacker.
  (Sonunda ona saldıran kişiden kaçıp kurtulmayı başardı/başarmış.)
- Break yourself free.
  (Kaç kurtar kendini/kurtar kendini.)
- I wanna break free from this world of selfish, greedy people and live life on my own terms.
  (Bencil ve haris insanlardan -çok sıkıldım- kaçıp kurtulmak ve hayatı istediğim gibi/kendi tercihlerim/isteklerim doğrultusunda yaşamak istiyorum.)
- We're breaking free!
  (Kurtuluyoruz.)

* to fall in love (with someone)
= aşık olmak, sevmek, abayı yakmak, tutulmak, sevdalanmak, gönlünü kaptırmak
- You made me fall in love with you.
  (Beni sana/kendine aşık ettin.)
- What's with you, falling in love?
  (Neyin var senin, aşık mısın?/ne oldu sana/bu halin ne, aşık mı oldun/aşk mı çarptı seni?)
- She fell in love with her former student.
  (Eski öğrencisine aşık oldu/gönlünü kaptırdı.)
- I think I fell in love with him the very first time we met.
  (Sanırım ona ilk karşılaşmamızda aşık oldum/olmuştum/gönlümü kaptırdım/ daha onu ilk görüşümde sevdim/ona aşık oldum.)

* can't get over something
= inanamamak, birşeye çok şaşırmak
- I just can't get over how well we played!
  (Bu kadar iyi oynadığımıza inanamıyorum!)
- I just can't get over seeing you again.
  (Seni tekrar gördüğüme inanamıyorum/çok şaşırdım/seni tekrar görmek çok büyük sürpriz oldu bana.)
- I can't get over the way he behaved at your party - it was appalling!
  (Onun senin partindeki davranışına/hareketine inanamıyorum/çok şaşırdım- feci/berbat birşey.)
- A: What a great presentation your team created!
  (Ekibinin hazırladığı sunumu çok beğendim/Ekibin harika bir sunum hazırlamış.)
  B: I can't get over how well everyone like it.
  (Herkesin beğeneceği kadar iyi olmasına inanamıyorum.)
- A: Congratulations! You won the tournament and a free trip to Switzerland!
  (Tebrikler! Turnuvayı kazanıp/galip biririp ücretsiz İsviçre seyahati kazandın.)
  B: Well, I can't get over it!
  (inanamıyorum/çok şaşkınım/çok büyük sürpriz oldu)
- I can't get over how rude she was.
  (Ne kadar da kaba biriymiş, inanamıyorum/şok oldum/çok şaşırdım.)
- I just can't get over how much weight you've lost!
  (Bu kadar çok kilo vermene/zayıflamana inanamıyorum/vay anasını amma kilo vermişsin/zayıflamışsın!)
- I can't get over how well you look.
  (Vay anasını, ne de güzel/çok güzel görünüyorsun.)
- I can't get over the way you got over me so soon.
  (Beni bu kadar çabuk nasıl unutabilirsin/unutabildin, inanamıyorum/aklım almıyor.)

* to walk out
= çıkıp gitmek, çıkmak, çekip/bırakıp gitmek, terk etmek
- I can't walk out my door at nights.
  (Geceleri kapıdan dışarı çıkamıyorum/adımımı atamıyorum.)
- We simply walked out after waiting half an hour for someone to come and serve us.
  (Birinin gelip bize servis yapması için yarım saat bekledikten sonra doğal olarak çekip gittik.)
- Turn around and walk out the door.
  (Arkanı dön ve kapıdan çık git.)
- I never should have let you walk out that door.
  (O kapıdan çıkıp gitmene asla müsaade etmemeliydim/sessiz/tepkisiz kalmamalıydım.)
- If you walk out that door, I' m going to kill you.
  (Eğer o kapıdan çıkarsan, seni öldürürüm.)
- I will walk out this door, and you will never see me again.
  (Şu kapıdan çıkıp gideceğim ve beni bir daha asla göremeyeceksin.)

* to go on
= devam etmek, sürmek, zaman geçmek
- Life must go on.
  (hayat devam etmeli/Yaşamak zorundayız.)
- The meeting went on a lot longer than I expected.
  (Toplantı beklediğimden daha uzun sürdü.)
- We can't go on like this any more. Things have got to change.
  (Böyle daha fazla devam edemeyiz/sürdüremeyiz. Birşeyler değişmek zorunda.)
- The film seemed to go on forever.
  (Film hiç bitmeyecek sandım.)
- We went on working until well past midnight.
  (Gece yarısını baya bir/hayli bir geçene kadar çalışmaya devam ettik.)
- He went ON and on talking and I was so bored.
  (Hiç durmadan/habire konuştu/konuştu da konuştu, çok sıkıldım.)
- Go on, I am listening.
  (Devam et, dinliyorum.)

* to get used to
= alışmak, kanıksamak,
- I'm trying to get used to it.
  (Alışmaya çalışıyorum.)
- It's pretty good once you get used to the taste.
  (bir kere tadına alıştın mı harika/oldukça güzel geliyor.)
- I'll never get used to the heat in India.
  (Hindistan'ın sıcaklığına/havasına hiç alışamayacağım.)
- I'm getting used to the strange smell in the factory.
  (Fabrikadaki garip/tuhaf kokuya yavaş yavaş alışıyorum.)
- I'm getting used to eating sushi, but I can't get used to using chop-sticks!
  (Suşi yemeye yavaş yavaş/biraz biraz alışıyorum ama çubukları kullanmaya alışamıyorum.)
- You'll soon get used to driving your new car.
  (Kısa zaman sonra/yakında/çok geçmeden yeni arabanızı kullanmaya alışacaksınız.)
- The new rules were quite different for them but they got used to them in a short time.
  (Yeni kurallar onlar için oldukça farklıydı fakat kısa zamanda alıştılar.)
- The students will soon get used to the school and to their new friends.
  (Öğrenciler çok geçmeden okula ve yeni arkadaşlarına alışacaklar.)
- You will get used to it like us.
  (Sen de bizim gibi alışacaksın/biz nasıl alıştıysak sen de alışacaksın.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder