6 Ağustos 2015 Perşembe

İngilizce Deyimler ve İfadeler 132

it turns out (that)
(it turned out)

= to be found to be in the end
    to be found to be something, as after experience or trial
    to happen; to end up; to result

= meğer, meğerse
    sonunda anlaşıldı/ortaya çıktı ki
    sonra bir baktım ki, sonra öğreniyorum ki



* It turns out that it's on Wednesday, not tomorrow.
  (Meğer Çarşamba günüymüş, yarın değilmiş.)

* It turns out that my roommate had left his window unlocked anyway.
  (Zaten oda arkadaşımın camı açık bıraktığı/kapatmadığı ortaya çıktı/anlaşıldı.)

* It turns out that Ray had borrowed the money from one of his students.
  (Ray'ın öğrencilerinden birinden borç para aldığı anlaşıldı/ortaya çıktı.)

* So it turns out that I had been waiting on the wrong side of the train station.
  (Yani meğerse ben tren istasyonunun yanlış tarafında bekliyormuşum.)

* It turns out that she had known him when they were children.
  (Meğer onu daha çocuklarken tanıyormuş.)

* It was supposed to be an investment, but it turns out it actually depreciated in value.
  (Yatırım yapılma beklentisi vardı ama sonra değer kaybettiği/değerinin düştüğü anlaşıldı/ortaya çıktı.)

* Just my luck! I finally meet a woman I'm very attracted to, and it turns out she's taken.
  (Bendeki şansa bak ya/Şansıma tüküreyim. Sonunda çok etkilendiğim bir kızla karşılaşıyorum, sonra öğreniyorum ki/bir bakıyorum ki/meğer kızın ilişkisi/sahibi varmış.)

* It turns out that he just made a lucky guess.
  (Meğer şanslı bir tahminde bulunmuş.)

* It turns out we were right.
  (Haklı olduğumuz ortaya çıktı/anlaşıldı.)

* It turns out that he knew about the crime all along.
  (Meğerse cinayetten en başından beri haberi varmış/cinayeti en başından beri biliyormuş.)
  (Sonra ortaya çıktı ki cinayetten en başından beri haberdarmış/bilgisi varmış.)

* I thought it was at ten. It turned out that it was at eleven.
  (Ben saat onda zannediyordum. Meğer saat yedideymiş.)

* It turned out that my memory was correct.
  (Hafızam beni yanıltmadı.)

* She thought she was pregnant, but it turned out to be a false alarm.
  (Onun hamile olduğunu sanıyordu/sanmıştı ama meğerse/sonra bir öğrendi ki yanlış alarmmış/anlaşılmaymış.)

* After it was all over, it turned out that both of us were pleased with the bargain.
  (Her şey sona erdikten/tamamlandıktan sonra, anlaşmanın ikimizi de memnun ettiği ortaya çıktı/anlaşıldı/görüldü.)

* He thought he'd just sprained it, but it turned out it was fractured.
  (Ayağını/bileğini sadece burktuğunu sanmıştı ama sonra çatladığı/kırıldığı anlaşıldı.)
  (Bileğinin sadece burkulduğunu düşünmüştü/sanmıştı, meğerse burkma değilmiş, çatlak/kırık varmış.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder