it turns out (that)
(it turned out)
= to be found to be in the end
to be found to be something, as after experience or trial
to happen; to end up; to result
= meğer, meğerse
sonunda anlaşıldı/ortaya çıktı ki
sonra bir baktım ki, sonra öğreniyorum ki
* It turns out that it's on Wednesday, not tomorrow.
(Meğer Çarşamba günüymüş, yarın değilmiş.)
* It turns out that my roommate had left his window unlocked anyway.
(Zaten oda arkadaşımın camı açık bıraktığı/kapatmadığı ortaya çıktı/anlaşıldı.)
* It turns out that Ray had borrowed the money from one of his students.
(Ray'ın öğrencilerinden birinden borç para aldığı anlaşıldı/ortaya çıktı.)
* So it turns out that I had been waiting on the wrong side of the train station.
(Yani meğerse ben tren istasyonunun yanlış tarafında bekliyormuşum.)
* It turns out that she had known him when they were children.
(Meğer onu daha çocuklarken tanıyormuş.)
* It was supposed to be an investment, but it turns out it actually depreciated in value.
(Yatırım yapılma beklentisi vardı ama sonra değer kaybettiği/değerinin düştüğü anlaşıldı/ortaya çıktı.)
* Just my luck! I finally meet a woman I'm very attracted to, and it turns out she's taken.
(Bendeki şansa bak ya/Şansıma tüküreyim. Sonunda çok etkilendiğim bir kızla karşılaşıyorum, sonra öğreniyorum ki/bir bakıyorum ki/meğer kızın ilişkisi/sahibi varmış.)
* It turns out that he just made a lucky guess.
(Meğer şanslı bir tahminde bulunmuş.)
* It turns out we were right.
(Haklı olduğumuz ortaya çıktı/anlaşıldı.)
* It turns out that he knew about the crime all along.
(Meğerse cinayetten en başından beri haberi varmış/cinayeti en başından beri biliyormuş.)
(Sonra ortaya çıktı ki cinayetten en başından beri haberdarmış/bilgisi varmış.)
* I thought it was at ten. It turned out that it was at eleven.
(Ben saat onda zannediyordum. Meğer saat yedideymiş.)
* It turned out that my memory was correct.
(Hafızam beni yanıltmadı.)
* She thought she was pregnant, but it turned out to be a false alarm.
(Onun hamile olduğunu sanıyordu/sanmıştı ama meğerse/sonra bir öğrendi ki yanlış alarmmış/anlaşılmaymış.)
* After it was all over, it turned out that both of us were pleased with the bargain.
(Her şey sona erdikten/tamamlandıktan sonra, anlaşmanın ikimizi de memnun ettiği ortaya çıktı/anlaşıldı/görüldü.)
* He thought he'd just sprained it, but it turned out it was fractured.
(Ayağını/bileğini sadece burktuğunu sanmıştı ama sonra çatladığı/kırıldığı anlaşıldı.)
(Bileğinin sadece burkulduğunu düşünmüştü/sanmıştı, meğerse burkma değilmiş, çatlak/kırık varmış.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder