No hard feelings.
= no anger or resentment, no problem,
to make an agreement with someone not to be angry, Are we cool?
I won't stay angry; I am not angry;
I haven't taken offense; All is forgiven
= darılmadım, gücenmedim, alınmadım
dargın değiliz, bir kırgınlığım/dargınlığım yok
darılmak yok ama; alınmaca gücenmece yok, küsmek yok
kızmadın ya? küs değiliz değil mi? bana kırgın değilsin değil mi?
* A: I'm really sorry. I shouldn't have said that; I feel terrible.
(Çok özür diliyorum senden. Öyle dememeliydim/öyle konuşmamam gerekiyordu; kendimi berbat hissediyorum.)
B: That's OK. No hard feelings.
(Sorun/önemli değil. Bir kırgınlığım yok sana.)
* The nervous boyfriend hoped his girlfriend had no hard feelings after he forgot her birthday. Unfortunately, she was quite mad.
(Endişeli/tedirgin çocuk, doğumgününü hatırlamadığı/unuttuğu/es geçtiği kız arkadaşının kendisine kızgın olmamasını ummuştu. Ne yazık ki kız çok kızgındı/öfkeliydi.)
* I hope there are no hard feelings about excluding your group.
(Grubunuzu almadığım/kabul etmediğim için umarım gücenmemişsinizdir.)
* A: I'm sorry I broke our date last night.
(Dün geceki randevumuza gelemediğim için özür dilerim.)
B: That's OK; no hard feelings.
(Sorun değil, darılmadım sana/bir kırgınlığım yok sana.)
* So, we're still friends, right? No hard feelings?
(Yani hala dostuz/aramız iyi; değil mi? Dargın değilsin değil mi bana?)
* It just didn't work out. No hard feelings.
(İşe yaramadı işte. Dargın/kızgın değilim.)
* Brad said after the game that he had no hard feelings toward Sean.
(Brad maçın ardından Sean'a karşı bir kırgınlığının olmadığını söyledi.)
* A: I hope you don't have any hard feelings.
(Umarım bana darılmamışsındır/bir dargınlığın yoktur.)
B: No, I have no hard feelings.
(Hayır, sana bir dargınlığım yok.)
* Son: Mom, dad, I have some bad news. I had a party when you were away and someone broke your piano.
(Anneciğim babacığım, size kötü haberlerim/bir haberim var. Siz yokken bir parti verdim ve biri piyanoyu kırdı.)
Mom: No hard feelings, son. We didn’t like that piano anyways.
(Önemli/sorun değil/Sana kızmadık evlat/oğlum. O piyanoyu zaten sevmiyorduk/O piyano zaten hoşumuza gitmiyordu.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder