A: Aaron, can you give me that lemon?
(Aaron, şu/şuradaki limonu verebilir misin?)
B: Sure. What's the lemon for?
(Tabi. Ne yapacaksın limonu/Limon neye lazımdı?)
A: I'm making a sauce for the salmon.
(Somon balığı için/balığına sos yapıyorum/hazırlıyorum.)
B: Oh, that sounds great. Claire will love it!
(Harika./Çok iyi düşünmüşsün. Claire buna bayılacak/Bu Claire'in çok hoşuna gidecek.)
A: Well, let's hope she loves you!
(Senden hoşlanmasını umalım biz/Allah vere de senden hoşlansın/sen onun hoşuna git.)
B: Oh, right. Do you think she does?
(Evet haklısın. Sence beğenir/sever mi beni/hoşlanır mı benden?
A: I hope so. You two would be cute together.
(Öyle olmasını umalım/inşallah. Yakışırsınız birbirinize.)
C: Aaron, the salmon is great.
(Aaron, somon harika/çok güzel olmuş.)
You have to give me the recipe.
(Tarifini alayım mutlaka senden.)
B: Sure. Claire, I ....
(Tabi/ne demek. Claire, ben ....)
C: And how did you cook the vegetables?
(Bir de, sebzeleri nasıl pişirdin?)
They're delicious!
(Çok lezzetliler/lezzetli/nefis olmuş!)
B: Oh, I just steamed them. Claire, I ....
(Sadece buharda pişirdim. Claire ben ....)
C: Aaron, I'm glad you asked me over for dinner. Thank you.
(Aaron, beni eve yemeğe davet etmene/çağırmana çok sevindim. Teşekkür ederim.)
B: Thanks for coming.
(Geldiğin için ben teşekkür ederim.)
C: I need to talk to you about something.
(Seninle bir şey konuşmam lazım/konuşmam gereken bir konu/mesele var.)
B: OK. What?
(Olur. Konu neydi?)
C: There's this guy I really like ...
(Çok hoşlandığım biri/bir adam var ....)
B: Yes?
(Evet?/Ya? Öyle mi?)
C: We're becoming close friends.
(Arkadaşlığımız ilerliyor/arkadaşlığımızı ilerletiyoruz.)
B: We are. I mean I'm sure you are.
(Öyleyiz. Yani eminim öyledir/öylesinizdir.)
C: I think this guy likes me, too.
(Sanırım o da benden hoşlanıyor./Onun da benden hoşlandığını düşünüyorum.)
B: He does. I mean I'm sure he does.
(Hoşlanıyor. Yani eminim öyledir/hoşlanıyordur.)
C: Do you think I should tell him how I feel?
(Sence ona neler/nasıl hissettiğimi/hislerimi söylemeli miyim?)
B: Yes!
(Evet.)
C: Really? OK. I'll talk to Graham tomorrow.
(Gerçekten mi? Tamam. Yarın Graham'la konuşacağım.)
Thanks Aaron. You're a great friend.
(Teşekkür ederim Aaron. Sen çok iyi bir arkadaşsın.)
B: Thanks... who's Graham?
(Teşekkürler de Graham kim?)
------- --------
* to ask someone over
= to invite someone who lives close by to come to one's home [for a visit]
= komşuyu/yakında oturan bir kimseyi eve davet etmek/çağırmak
- The neighbours have asked us over for a drink.
(Komşum bizi bir şeyler içmeye davet etti.)
- Can we ask Tom over? He has been asked over a number of times.
(Tom'u çağırabilir miyiz/davet edebilir miyiz? O bizi bir iki defa davet etti.)
- Mary asked me over for dinner last night.
(Mary dün akşam beni evine yemeğe/yemek yemeye davet etti.)
- I’m going to ask the new neighbors over for dinner tomorrow night.
(Yarın akşam yeni komşumuzu eve yemeğe davet edeceğim.)
- Barbara asked me over to fix her computer.
(Barbara bilgisayarını tamir etmem için beni evine çağırdı.)
- I've asked Diane from across the road over for a cup of coffee later.
(Yolun karşısında oturan Diane'yi bir ara bize kahve içmeye davet ettim.)
- He asked me over to see what they had done in the garden.
(Bahçede yaptıklarını/ekip biçtiklerini göstermek/görmem için beni evine davet etti.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder