17 Haziran 2015 Çarşamba

Videolarla Pratik İngilizce-14

Mother-Daughter Talk



A: Hi, Rita. What can I get for you?
  (Merhaba Rita. Sana ne verebilirim/vereyim/ikram edeyim/Ne alırdın?)
B: I've been dreaming about a hot chocolate all day.
  (Sabahtan beri sıcak bir çikolatanın hayalini kurup duruyorum.)
  (Bütün gün/sabahtan beri sıcak bir çikolatanin hayalini kurup durdum/canım çok/acayip sıcak çikolata çekti.)
A: Well, I'm glad I can make your dream come true.
  (Hayalini gerçekleştirebileceğime sevindim.)
B: Me, too.
  (Ben de.)
A: So how have you been?
  (Eee nasılsın/ne var ne yok/nasıl gidiyor?)
B: Good! It's been nice spending more time with Amber.
  (İyi/Güzel! Amber'la daha çok vakit/zaman geçirmek/birlikte olmak güzeldi.)
A: Yeah. It's good you and Amber are becoming better friends.
  (Evet. Ne güzel, Amber'la sen arkadaşlığınızı/dostluğunuzu ilerletiyorsunuz.)
   Here's your hot chocolate.
  (İşte sıcak çikolatan/Sıcak çikolatan geldi/hazır.)
B: Thanks.
  (Teşekkürler.)
   Amber and I have had our challenges.
  (Amber'la sorunlarımız/tartışmalarımız/atışmalarımız oldu.)
   But things are looking up now.
  (Ama şimdi/artık herşey yoluna giriyor/düzeliyor/aramız iyiye gidiyor/düzeliyor.)
A: My mom and I weren't always close.
  (Annemle ben de her zaman yakın değildik.)
  (Ben de annemle her zaman çok iyi anlaşamazdım/geçinemezdim.)
   I'm sad we didn't become friends sooner.
  (Daha önceleri aramız iyi olmadığı/arkadaş olamadığımız için üzülüyorum.)
B: But you're close now?
  (Ama şu an/şimdi aranız iyi/iyi anlaşıyorsunuz değil mi?)
A: Oh, yes!
  (Evet.)
B: Maybe one day Amber will think of me as a good friend.
  (Belki bir gün Amber de beni iyi bir arkadaş/dost olarak görür.)
A: Maybe she already does.
  (Belki de zaten öyledir/öyle görüyordur/düşünüyordur.)

C: Amber, thanks for watching the store after school today.
  (Amber, bugün okul çıkışı dükkana baktığın/göz kulak olduğun/dükkanla ilgilendiğin için teşekkürler.)
D: No problem.
  (Rica ederim/ne demek.)
C: I should have gone to the post office yesterday.
  (Postaneye dün gitmem gerekiyordu/gitmeliydim.)
   But I didn't. So thanks againg for your help.
  (Ama gitmedim. Desteğin/yardımın için tekrar teşekkürler.)
D: Sure.
  (Rica ederim/ne demek.)
C: Never wait till the last minute!
  (Asla işini son dakikaya bırakma/bırakmayacaksın.)
   So where are you going?
  (Eee nereye gidiyorsun?)
D: I want to catch my mom before she leaves work.
  (İşten çıkmadan anneme yetişmek/annemi görmek/yakalamak istiyorum.)
   I hope we can go get some coffee together.
  (Umarım birlikte/beraber kahve içmeye gidebiliriz.)
C: Sounds good. Have fun!
  (Ne güzel! İyi eğlenceler!)

B: OK. See you tomorrow, Greg.
  (Tamam. Yarın görüşürüz/görüşmek üzere Greg.)
D: Mom!
  (Anne!)
B: Oh! Hi, honey. What are you doing?
  (Aa! Merhaba canım/tatlım/hayatım. Ne yapıyorsun/burada ne arıyorsun/işin var?)
D: I was just wondering if you'd like to get some coffee.
  (Kahve içelim mi?)(Kahve içmek ister misin diye merak etmiştim/soracaktım?)
B: Sure!
  (Tabi ki/elbette.)

D: Mom, you're so funny!
  (Anne, çok komiksin/esprilisin.)
B: You're too nice.
  (Sen de çok hoşsun/tatlısın/sevimlisin/şirinsin.)
D: I'm glad we're friends, Mom.
  (Arkadaş olmamızdan çok memnunum/mutluyum.)
B: Really?
  (Gerçekten mi/sahi mi söylüyorsun?)
D: Yes. I hope some day I can be great mom like you.
  (Evet. Umarım/inşallah bir gün ben de senin gibi harika bir anne olabilirim/olurum.)
B: Thanks, Amber. It's so nice to hear you say that.
  (Teşekkürler Amber. Bunu söylediğini duymak/bunu senden duymak çok güzel/duyduğuma çok sevindim.)
D: I like spending time with you.
  (Seninle vakit geçirmeyi seviyorum/geçirmek hoşuma gidiyor.)
   It's too bad we didn't spend more time together before now.
  (Ne yazık ki/maalesef önceden birlikte fazla vakit geçirmedik/geçirmiyorduk.)
  (Önceden birlikte fazla vakit geçirmememiz çok kötü/üzücü.)
B: I feel the same way.
  (Bence de çok haklısın/doğru söyledin/Aynen katılıyorum/Al benden de o kadar.)
   So how was school today?
  (Ee bugün okul nasıldı/nasıl geçti/okulda neler yaptın?)
D: OK. I saw Ryan.
  (İyiydi. Ryan'ı gördüm/Ryan'la karşılaştım.)
   He asked me to go see a movie with him.
  (Sinemaya gitmeyi teklif etti.)
B: What did you say?
  (Sen ne dedin/söyledin?)
D: Well, I remembered what Mia told me ...
  (Mia'nın bana dedikleri/söyledikleri geldi aklıma.)
   "But we need to be wise about what we try."
  (Çabaladığımız/denediğimiz şeylerde/konularda mantıklı/akıllıca hareket etmemiz gerekiyor.)
   I've tried being friends with Ryan.
  (Ryan ile arkadaş olmayı denedim.)
   And it's not wise. So I told him "no".
  (Arkadaşlığımız akıllıca/mantıklı değildi. Bu yüzden ben de hayır dedim/kabul etmedim/geri çevirdim.)
B: I'm glad you haven't had second thoughts about breaking up with Ryan.
  (Ryan'dan ayrılma konusunda pişmanlık duymamana sevindim.)
D: I feel bad about not talking to him much anymore.
  (Onunla artık fazla görüşemediğimiz için üzülüyorum.)
   But I know that's what is best for me.
  (Ama biliyorum ki bu benim için en iyisi/hayırlısı.)
B: Have you been able to make some new friends this year?
  (Bu sene yeni arkadaşlar edinebildin mi/arkadaşlıklar kurabildin mi?)
D: Oh, yeah! There's this girl, Judy.
  (Evet! Bir kız var, adı Judy.)
   She's so much fun.
  (Çok komik/eğlenceli/neşeli biri.)
B: I'm glad you're making new friends.
  (Yeni arkadaşlar edinmene sevindim.)
   I'm impressed with how much you've changed this year.
  (Bu yıl sendeki bu değişimden çok etkilendim/değişime hayranım.)
D: Well, I've done some things I shouldn't ...
  (Yapmamam gereken bazı şeyler yaptım.)
B: "Saying you're sick when you're not isn't wrong?"
  (Hasta değilken/olmadığın halde hastayım demek yalan olmuyor mu?
D: "Oh. That."
  (Oh, o şey.)
   I felt really guilty about that.
  (O konuda çok hatalıydım/suçluluk duyuyorum/O konuda çok pişmanım.)
B: But then you did the right thing and learned from your mistake.
  (Ama sonra doğru olanı yaptın ve hatandan ders çıkardın.)
D: And now Liz and I are really good friends.
  (şu anda da Liz'le çok iyi arkadaşlığımız var.)
B: Working at the Stop "n" Shop has been really good for you.
  (Stop n Shop'da çalışmak sana çok yaradı/çalışmanın sana çok faydası/yararı oldu.)
   I regret I didn't do something like that when I was your age.
  (Senin yaşındayken ben de böyle bir şey yapmadığım/bir yerde çalışmadığım için pişmanım/keşke ben de böyle bir şey yapsaydım/bir işte çalışsaydım.)
D: It's been fun.
  (Eğlenceli/güzel/iyi bir şey.)
   The break-in really shook me up, though.
  (Gerçi dükkana hırsız girmesi beni çok sarsmıştı/şoka uğratmıştı.)
B: I want you to know that I'm sorry I didn't trust you.
  (Sana güvenmediğim/senden şüphelendiğim için üzgün olduğumu bilmeni istiyorum.)
D: I know, Mom.
  (Biliyorum anne.)
B: But I was so impressed with how you responded ....
  (Ama verdiğin cevap da beni çok etkilemişti.)
D: "Well...You've all given me a second chance before.
  (Hepiniz bana önceden bir şans daha/ikinci bir şans vermiştiniz.)
   I guess it's my turn. I forgive you."
  Galiba/sanırım sıra bende. Sizi/seni affediyorum.)
B: You're a great daughter, Amber.
  (Sen harika bir kızsın/evlatsın Amber.)
D: Really? No regrets, huh?
  (Gerçekten mi/samimi mi söylüyorsun? Hiç pişmanlık duyduğun olmadı mı/hiç pişmanlığın yok mu?)
B: Well, maybe one.
  (Bir tane olabilir belki.)
D: What?
  (Neymiş?)
B: You're so special I regret we didn't have more children!
  (Sen çok özel birisin, daha fazla çocuğumuz olmadığı için pişmanım.)
D: Yeah! A brother would have been cool!
  (Evet! Bir erkek kardeş çok iyi/güzel olurdu.)
B: Well, maybe Jeff and Mia will have a little boy one day.
  (Belki bir gün Jeff'le Mia'nın bebekleri olur.)
   You can play with him.
  (Onunla oynayabilirsin.)
D: Yeah, right!
  (Evet, doğru/haklısın.)

------ -----

* to think of someone/something as something
= to view someone or something as something;
  to consider someone or something to be something
  to look (up)on someone as something
= birini/birşeyi bir şey olarak/gibi görmek/kabul etmek/düşünmek/saymak/bulmak
  birini bir şey yerine koymak
- I think of him as a brother.
  (Onu bir kardeş olarak görüyorum/O benim için bir kardeş gibi.)
- The girl thinks of them as her parents.
  (Kız onları anne babası olarak/gibi görüyor.)
- Think of me as a friend.
  (Beni bir arkadaş olarak düşün/Beni bir arkadaşın olarak kabul et.)
- Do you think of me as a child?
  (Beni bir çocuk olarak mı görüyorsun?)
- I’ve always though of him as a role model.
  (Onu her zaman kendime örnek aldım/bir rol modeli olarak gördüm.)
- What do you think of me as a teacher?
  (Sence ben nasıl bir öğretmenim?)
  (Bir öğretmen olarak beni nasıl buluyorsun?)

* I was (just) wondering if/whether ....
= a polite frame/opening for a question or request
  used to politely ask someone to help you
= rica etsem, acaba, lütfen
  diye merak etmiştim/soracaktım
- I was wondering if you could help me fill in this form.
  (Rica etsem bu formu doldurmamda bana yardımcı olabilir misiniz?)
- I was wondering whether you’d be able to help me move house next weekend.
  (Önümüzdeki hafta evi taşımama yardım edebilir misin?)
- I was wondering if you could lend me $10.
  (Rica etsem/lütfen bana on dolar borç verebilir misin?)
- I am wondering if you can see me tomorrow.
  (Yarın bana bir uğrayabilir misin lütfen?)
- I was wondering if you could do me a favor.
  (Rica etsem, bana bir iyilik yapabilir misiniz?)
- I was wondering if you’d mind writing me a letter of recommendation.
  (Rica etsem bana bir tavsiye mektubu yazabilir misiniz?)
- I was wondering if I could borrow your car tonight.
  (Rica etsem bu akşam arabanı ödünç alabilir miyim?)
- I was wondering if you could move your chair a bit for me move in, Madam.
  (Rica etsem sandalyenizi biraz çekin de geçeyim hanımefendi.)
- I was wondering if I could exchange them for another pair.
  (Rica etsem onları başka bir çift ile değiştirebilir miyim?)
- I was wondering if you'd like to join me for lunch.
  (Birlikte/beraber bir öğle yemeği yiyelim mi/yiyebilir miyiz?)
- I was wondering if we should go and visit Paula this weekend.
  (Bu hafta sonu Paula'yı ziyaret etmeye gitsek mi acaba/ne dersin?)
- I was wondering if you'd like to come out with me one evening.
  (Bir akşam benimle çıkar mıydın acaba?)
- I was wondering if I could take you to the cinema on Friday night.
  (Cuma gecesi sinemaya gidelim mi?)
- I was wondering if you could phone againg in twenty minutes.
  (Yirmi dakika sonra tekrar/bir daha arayın lütfen.)
- I was wondering if you could give me a lift.
  (Rica etsem beni arabayla bırakabilir misin?)

* to break up with someone
= to put an end to a relationship/romance
  to come to an end of a relationship
= ilişkiyi vb bitirmek, ayrılmak
- I don't want to break up with you.
  (Senden ayrılmak istemiyorum./İlişkimizin/beraberliğimizin bitmesini istemiyorum.)
- I think that you should break up with your boyfriend.
  (Bence erkek arkadaşından ayrılmalısın/ayrılsan iyi edersin.)
  (Erkek arkadaşınla ilişkini bitirmen gerektiğini düşünüyorum.)
- I want you to break up with my daughter.
  (Kızımdan ayrılmanı istiyorum/kızımı bırakmanı istiyorum/kızımla ilişkini bitirmeni istiyorum.)
- I was consoling Liz on having broken up with her boyfriend.
  (Erkek arkadaşından ayrılan Liz'i teselli ediyordum.)
- People don't just break up with each other out of nowhere.
  (İnsanlar durup dururken/yok yere birbirlerinden ayrılmazlar.)
- She's just broken up with her boyfriend.
  (Erkek arkadaşından daha yeni ayrıldı/ayrılalı çok olmadı.)

* to have second thoughts
= to have a feeling of guilt, doubt, worry, etc., that you have after you have decided to do something or after something has happened
  It expresses the reason for a change of mind.
= kararsız olmak, pek emin olamamak, şüphesi olmak, tereddütlü olmak
  pişmanlık duymak, endişe duymak
  tereddüt yaşamak, tereddütte/şüphede kalmak, tereddüte düşmek
  Fikir/karar değişikliğinde söylenir
  bir daha/tekrar düşünmek
- After she agreed to lend him the money, she had second thoughts.
  (Ona borç para vermeyi kabul ettikten sonra pişman oldu/kabul etmese miydim acaba diye düşündü.)
- I've been having second thoughts about my dress.
  (Kıyafetim konusunda kararsız kaldım.)
- She was having second thoughts about getting married.
  (Evlilikle/evlenmekle ilgili tereddütleri/endişeleri vardı/kafası tam rahat değildi.)
- You're not having second thoughts about getting married, are you?
  (Evlilikle ilgili tereddütte değilsin değil mi?)
  (Evlilikle ilgili kafanda soru işaretleri yok değil mi?)
- You're not having second thoughts about moving to Australia to live, are you?
  (Avustralya'ya temelli taşınma konusunda tam kararlısın değil mi?)
- Couples contemplating divorce often have second thoughts when they realize how it will affect their children.
  (Boşanmayı düşünen çiftler bunun çocuklarını nasıl etkileyeceğini fark edince tereddüde düşer/ikilemde kalırlar.)
- I've been having second thoughts about quitting my job. Maybe I should keep it for a while longer.
  (İşten çıkma/ayrılma konusunda kesin kararımı vermiş değilim. Belki bir süre daha devam etsem daha iyi olur.)
- I think she’s having second thoughts about leaving London.
  (Bence Londra'dan taşınmaya kesin karar vermiş değil/taşınma konusunda tereddüt yaşıyor.)
- We're having second thoughts about going to Hawaii for our honeymoon.
  (Balayına Hawaii'ye gitmeye kesin/tam karar vermiş değiliz.)
- A: Let's go to the cinema then go for a meal.
  (Haydi sinemaya gidelim, oradan da/sonra da yemeğe gideriz.)
  B: OK.
  (Olur/tamam/kabul.)
  A: Wait! I am having second thoughts! The cinema is closed today, so let's go to the park and then for a meal.
  (Dur/bekle! Bir daha düşündüm de/Şimdi aklıma geldi. Sinema bugün kapalı, bu yüden parka gidelim, sonra da/oradan da yemeğe gideriz.)

* to be impressed with/by
= to make an impression on; have a strong, lasting, or favourable effect on
= ...dan etkilenmek
- I'm impressed with your German.
  (Almancandan etkilendim/Almancana hayran kaldım/Almancan beni çok şaşırttı.)
- I'm very impressed with the new airport.
  (Yeni havaalanından çok etkilendim/havaalanına hayran kaldım/havaalanını çok beğendim.)
- I was deeply impressed with his courage.
  (Cesareti beni baya bir etkiledi/Onun cesaretinden oldukça etkilendim/cesaretine çok hayran kaldım.)
- Whenever I visited the island, I was impressed with the beauty of nature.
  (Adaya her gidişimde/ne zaman gitsem doğanın güzelliğinden etkilenirdim/doğanın güzelliğine hayran kalırdım.)
- I'm not impressed with anything I've seen so far.
  (Şu ana kadar beni etkileyen birşey olmadı/çıkmadı/görmedim.)
  (Şimdiye kadar gördüğüm hiçbir şeyden etkilenmedim.)
- Dr. Weaver was impressed with my credentials and called to recruit me.
  (Dr.Weaver çalışmalarımdan/referanslarımdan etkilenmiş, yanında/onunla çalışmamı teklif etti.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder