A: Hi, Rita. What can I get for you?
(Merhaba Rita. Sana ne verebilirim/vereyim/ikram edeyim/Ne alırdın?)
B: I've been dreaming about a hot chocolate all day.
(Sabahtan beri sıcak bir çikolatanın hayalini kurup duruyorum.)
(Bütün gün/sabahtan beri sıcak bir çikolatanin hayalini kurup durdum/canım çok/acayip sıcak çikolata çekti.)
A: Well, I'm glad I can make your dream come true.
(Hayalini gerçekleştirebileceğime sevindim.)
B: Me, too.
(Ben de.)
A: So how have you been?
(Eee nasılsın/ne var ne yok/nasıl gidiyor?)
B: Good! It's been nice spending more time with Amber.
(İyi/Güzel! Amber'la daha çok vakit/zaman geçirmek/birlikte olmak güzeldi.)
A: Yeah. It's good you and Amber are becoming better friends.
(Evet. Ne güzel, Amber'la sen arkadaşlığınızı/dostluğunuzu ilerletiyorsunuz.)
Here's your hot chocolate.
(İşte sıcak çikolatan/Sıcak çikolatan geldi/hazır.)
B: Thanks.
(Teşekkürler.)
Amber and I have had our challenges.
(Amber'la sorunlarımız/tartışmalarımız/atışmalarımız oldu.)
But things are looking up now.
(Ama şimdi/artık herşey yoluna giriyor/düzeliyor/aramız iyiye gidiyor/düzeliyor.)
A: My mom and I weren't always close.
(Annemle ben de her zaman yakın değildik.)
(Ben de annemle her zaman çok iyi anlaşamazdım/geçinemezdim.)
I'm sad we didn't become friends sooner.
(Daha önceleri aramız iyi olmadığı/arkadaş olamadığımız için üzülüyorum.)
B: But you're close now?
(Ama şu an/şimdi aranız iyi/iyi anlaşıyorsunuz değil mi?)
A: Oh, yes!
(Evet.)
B: Maybe one day Amber will think of me as a good friend.
(Belki bir gün Amber de beni iyi bir arkadaş/dost olarak görür.)
A: Maybe she already does.
(Belki de zaten öyledir/öyle görüyordur/düşünüyordur.)
C: Amber, thanks for watching the store after school today.
(Amber, bugün okul çıkışı dükkana baktığın/göz kulak olduğun/dükkanla ilgilendiğin için teşekkürler.)
D: No problem.
(Rica ederim/ne demek.)
C: I should have gone to the post office yesterday.
(Postaneye dün gitmem gerekiyordu/gitmeliydim.)
But I didn't. So thanks againg for your help.
(Ama gitmedim. Desteğin/yardımın için tekrar teşekkürler.)
D: Sure.
(Rica ederim/ne demek.)
C: Never wait till the last minute!
(Asla işini son dakikaya bırakma/bırakmayacaksın.)
So where are you going?
(Eee nereye gidiyorsun?)
D: I want to catch my mom before she leaves work.
(İşten çıkmadan anneme yetişmek/annemi görmek/yakalamak istiyorum.)
I hope we can go get some coffee together.
(Umarım birlikte/beraber kahve içmeye gidebiliriz.)
C: Sounds good. Have fun!
(Ne güzel! İyi eğlenceler!)
B: OK. See you tomorrow, Greg.
(Tamam. Yarın görüşürüz/görüşmek üzere Greg.)
D: Mom!
(Anne!)
B: Oh! Hi, honey. What are you doing?
(Aa! Merhaba canım/tatlım/hayatım. Ne yapıyorsun/burada ne arıyorsun/işin var?)
D: I was just wondering if you'd like to get some coffee.
(Kahve içelim mi?)(Kahve içmek ister misin diye merak etmiştim/soracaktım?)
B: Sure!
(Tabi ki/elbette.)
D: Mom, you're so funny!
(Anne, çok komiksin/esprilisin.)
B: You're too nice.
(Sen de çok hoşsun/tatlısın/sevimlisin/şirinsin.)
D: I'm glad we're friends, Mom.
(Arkadaş olmamızdan çok memnunum/mutluyum.)
B: Really?
(Gerçekten mi/sahi mi söylüyorsun?)
D: Yes. I hope some day I can be great mom like you.
(Evet. Umarım/inşallah bir gün ben de senin gibi harika bir anne olabilirim/olurum.)
B: Thanks, Amber. It's so nice to hear you say that.
(Teşekkürler Amber. Bunu söylediğini duymak/bunu senden duymak çok güzel/duyduğuma çok sevindim.)
D: I like spending time with you.
(Seninle vakit geçirmeyi seviyorum/geçirmek hoşuma gidiyor.)
It's too bad we didn't spend more time together before now.
(Ne yazık ki/maalesef önceden birlikte fazla vakit geçirmedik/geçirmiyorduk.)
(Önceden birlikte fazla vakit geçirmememiz çok kötü/üzücü.)
B: I feel the same way.
(Bence de çok haklısın/doğru söyledin/Aynen katılıyorum/Al benden de o kadar.)
So how was school today?
(Ee bugün okul nasıldı/nasıl geçti/okulda neler yaptın?)
D: OK. I saw Ryan.
(İyiydi. Ryan'ı gördüm/Ryan'la karşılaştım.)
He asked me to go see a movie with him.
(Sinemaya gitmeyi teklif etti.)
B: What did you say?
(Sen ne dedin/söyledin?)
D: Well, I remembered what Mia told me ...
(Mia'nın bana dedikleri/söyledikleri geldi aklıma.)
"But we need to be wise about what we try."
(Çabaladığımız/denediğimiz şeylerde/konularda mantıklı/akıllıca hareket etmemiz gerekiyor.)
I've tried being friends with Ryan.
(Ryan ile arkadaş olmayı denedim.)
And it's not wise. So I told him "no".
(Arkadaşlığımız akıllıca/mantıklı değildi. Bu yüzden ben de hayır dedim/kabul etmedim/geri çevirdim.)
B: I'm glad you haven't had second thoughts about breaking up with Ryan.
(Ryan'dan ayrılma konusunda pişmanlık duymamana sevindim.)
D: I feel bad about not talking to him much anymore.
(Onunla artık fazla görüşemediğimiz için üzülüyorum.)
But I know that's what is best for me.
(Ama biliyorum ki bu benim için en iyisi/hayırlısı.)
B: Have you been able to make some new friends this year?
(Bu sene yeni arkadaşlar edinebildin mi/arkadaşlıklar kurabildin mi?)
D: Oh, yeah! There's this girl, Judy.
(Evet! Bir kız var, adı Judy.)
She's so much fun.
(Çok komik/eğlenceli/neşeli biri.)
B: I'm glad you're making new friends.
(Yeni arkadaşlar edinmene sevindim.)
I'm impressed with how much you've changed this year.
(Bu yıl sendeki bu değişimden çok etkilendim/değişime hayranım.)
D: Well, I've done some things I shouldn't ...
(Yapmamam gereken bazı şeyler yaptım.)
B: "Saying you're sick when you're not isn't wrong?"
(Hasta değilken/olmadığın halde hastayım demek yalan olmuyor mu?
D: "Oh. That."
(Oh, o şey.)
I felt really guilty about that.
(O konuda çok hatalıydım/suçluluk duyuyorum/O konuda çok pişmanım.)
B: But then you did the right thing and learned from your mistake.
(Ama sonra doğru olanı yaptın ve hatandan ders çıkardın.)
D: And now Liz and I are really good friends.
(şu anda da Liz'le çok iyi arkadaşlığımız var.)
B: Working at the Stop "n" Shop has been really good for you.
(Stop n Shop'da çalışmak sana çok yaradı/çalışmanın sana çok faydası/yararı oldu.)
I regret I didn't do something like that when I was your age.
(Senin yaşındayken ben de böyle bir şey yapmadığım/bir yerde çalışmadığım için pişmanım/keşke ben de böyle bir şey yapsaydım/bir işte çalışsaydım.)
D: It's been fun.
(Eğlenceli/güzel/iyi bir şey.)
The break-in really shook me up, though.
(Gerçi dükkana hırsız girmesi beni çok sarsmıştı/şoka uğratmıştı.)
B: I want you to know that I'm sorry I didn't trust you.
(Sana güvenmediğim/senden şüphelendiğim için üzgün olduğumu bilmeni istiyorum.)
D: I know, Mom.
(Biliyorum anne.)
B: But I was so impressed with how you responded ....
(Ama verdiğin cevap da beni çok etkilemişti.)
D: "Well...You've all given me a second chance before.
(Hepiniz bana önceden bir şans daha/ikinci bir şans vermiştiniz.)
I guess it's my turn. I forgive you."
Galiba/sanırım sıra bende. Sizi/seni affediyorum.)
B: You're a great daughter, Amber.
(Sen harika bir kızsın/evlatsın Amber.)
D: Really? No regrets, huh?
(Gerçekten mi/samimi mi söylüyorsun? Hiç pişmanlık duyduğun olmadı mı/hiç pişmanlığın yok mu?)
B: Well, maybe one.
(Bir tane olabilir belki.)
D: What?
(Neymiş?)
B: You're so special I regret we didn't have more children!
(Sen çok özel birisin, daha fazla çocuğumuz olmadığı için pişmanım.)
D: Yeah! A brother would have been cool!
(Evet! Bir erkek kardeş çok iyi/güzel olurdu.)
B: Well, maybe Jeff and Mia will have a little boy one day.
(Belki bir gün Jeff'le Mia'nın bebekleri olur.)
You can play with him.
(Onunla oynayabilirsin.)
D: Yeah, right!
(Evet, doğru/haklısın.)
------ -----
* to think of someone/something as something
= to view someone or something as something;
to consider someone or something to be something
to look (up)on someone as something
= birini/birşeyi bir şey olarak/gibi görmek/kabul etmek/düşünmek/saymak/bulmak
birini bir şey yerine koymak
- I think of him as a brother.
(Onu bir kardeş olarak görüyorum/O benim için bir kardeş gibi.)
- The girl thinks of them as her parents.
(Kız onları anne babası olarak/gibi görüyor.)
- Think of me as a friend.
(Beni bir arkadaş olarak düşün/Beni bir arkadaşın olarak kabul et.)
- Do you think of me as a child?
(Beni bir çocuk olarak mı görüyorsun?)
- I’ve always though of him as a role model.
(Onu her zaman kendime örnek aldım/bir rol modeli olarak gördüm.)
- What do you think of me as a teacher?
(Sence ben nasıl bir öğretmenim?)
(Bir öğretmen olarak beni nasıl buluyorsun?)
* I was (just) wondering if/whether ....
= a polite frame/opening for a question or request
used to politely ask someone to help you
= rica etsem, acaba, lütfen
diye merak etmiştim/soracaktım
- I was wondering if you could help me fill in this form.
(Rica etsem bu formu doldurmamda bana yardımcı olabilir misiniz?)
- I was wondering whether you’d be able to help me move house next weekend.
(Önümüzdeki hafta evi taşımama yardım edebilir misin?)
- I was wondering if you could lend me $10.
(Rica etsem/lütfen bana on dolar borç verebilir misin?)
- I am wondering if you can see me tomorrow.
(Yarın bana bir uğrayabilir misin lütfen?)
- I was wondering if you could do me a favor.
(Rica etsem, bana bir iyilik yapabilir misiniz?)
- I was wondering if you’d mind writing me a letter of recommendation.
(Rica etsem bana bir tavsiye mektubu yazabilir misiniz?)
- I was wondering if I could borrow your car tonight.
(Rica etsem bu akşam arabanı ödünç alabilir miyim?)
- I was wondering if you could move your chair a bit for me move in, Madam.
(Rica etsem sandalyenizi biraz çekin de geçeyim hanımefendi.)
- I was wondering if I could exchange them for another pair.
(Rica etsem onları başka bir çift ile değiştirebilir miyim?)
- I was wondering if you'd like to join me for lunch.
(Birlikte/beraber bir öğle yemeği yiyelim mi/yiyebilir miyiz?)
- I was wondering if we should go and visit Paula this weekend.
(Bu hafta sonu Paula'yı ziyaret etmeye gitsek mi acaba/ne dersin?)
- I was wondering if you'd like to come out with me one evening.
(Bir akşam benimle çıkar mıydın acaba?)
- I was wondering if I could take you to the cinema on Friday night.
(Cuma gecesi sinemaya gidelim mi?)
- I was wondering if you could phone againg in twenty minutes.
(Yirmi dakika sonra tekrar/bir daha arayın lütfen.)
- I was wondering if you could give me a lift.
(Rica etsem beni arabayla bırakabilir misin?)
* to break up with someone
= to put an end to a relationship/romance
to come to an end of a relationship
= ilişkiyi vb bitirmek, ayrılmak
- I don't want to break up with you.
(Senden ayrılmak istemiyorum./İlişkimizin/beraberliğimizin bitmesini istemiyorum.)
- I think that you should break up with your boyfriend.
(Bence erkek arkadaşından ayrılmalısın/ayrılsan iyi edersin.)
(Erkek arkadaşınla ilişkini bitirmen gerektiğini düşünüyorum.)
- I want you to break up with my daughter.
(Kızımdan ayrılmanı istiyorum/kızımı bırakmanı istiyorum/kızımla ilişkini bitirmeni istiyorum.)
- I was consoling Liz on having broken up with her boyfriend.
(Erkek arkadaşından ayrılan Liz'i teselli ediyordum.)
- People don't just break up with each other out of nowhere.
(İnsanlar durup dururken/yok yere birbirlerinden ayrılmazlar.)
- She's just broken up with her boyfriend.
(Erkek arkadaşından daha yeni ayrıldı/ayrılalı çok olmadı.)
* to have second thoughts
= to have a feeling of guilt, doubt, worry, etc., that you have after you have decided to do something or after something has happened
It expresses the reason for a change of mind.
= kararsız olmak, pek emin olamamak, şüphesi olmak, tereddütlü olmak
pişmanlık duymak, endişe duymak
tereddüt yaşamak, tereddütte/şüphede kalmak, tereddüte düşmek
Fikir/karar değişikliğinde söylenir
bir daha/tekrar düşünmek
- After she agreed to lend him the money, she had second thoughts.
(Ona borç para vermeyi kabul ettikten sonra pişman oldu/kabul etmese miydim acaba diye düşündü.)
- I've been having second thoughts about my dress.
(Kıyafetim konusunda kararsız kaldım.)
- She was having second thoughts about getting married.
(Evlilikle/evlenmekle ilgili tereddütleri/endişeleri vardı/kafası tam rahat değildi.)
- You're not having second thoughts about getting married, are you?
(Evlilikle ilgili tereddütte değilsin değil mi?)
(Evlilikle ilgili kafanda soru işaretleri yok değil mi?)
- You're not having second thoughts about moving to Australia to live, are you?
(Avustralya'ya temelli taşınma konusunda tam kararlısın değil mi?)
- Couples contemplating divorce often have second thoughts when they realize how it will affect their children.
(Boşanmayı düşünen çiftler bunun çocuklarını nasıl etkileyeceğini fark edince tereddüde düşer/ikilemde kalırlar.)
- I've been having second thoughts about quitting my job. Maybe I should keep it for a while longer.
(İşten çıkma/ayrılma konusunda kesin kararımı vermiş değilim. Belki bir süre daha devam etsem daha iyi olur.)
- I think she’s having second thoughts about leaving London.
(Bence Londra'dan taşınmaya kesin karar vermiş değil/taşınma konusunda tereddüt yaşıyor.)
- We're having second thoughts about going to Hawaii for our honeymoon.
(Balayına Hawaii'ye gitmeye kesin/tam karar vermiş değiliz.)
- A: Let's go to the cinema then go for a meal.
(Haydi sinemaya gidelim, oradan da/sonra da yemeğe gideriz.)
B: OK.
(Olur/tamam/kabul.)
A: Wait! I am having second thoughts! The cinema is closed today, so let's go to the park and then for a meal.
(Dur/bekle! Bir daha düşündüm de/Şimdi aklıma geldi. Sinema bugün kapalı, bu yüden parka gidelim, sonra da/oradan da yemeğe gideriz.)
* to be impressed with/by
= to make an impression on; have a strong, lasting, or favourable effect on
= ...dan etkilenmek
- I'm impressed with your German.
(Almancandan etkilendim/Almancana hayran kaldım/Almancan beni çok şaşırttı.)
- I'm very impressed with the new airport.
(Yeni havaalanından çok etkilendim/havaalanına hayran kaldım/havaalanını çok beğendim.)
- I was deeply impressed with his courage.
(Cesareti beni baya bir etkiledi/Onun cesaretinden oldukça etkilendim/cesaretine çok hayran kaldım.)
- Whenever I visited the island, I was impressed with the beauty of nature.
(Adaya her gidişimde/ne zaman gitsem doğanın güzelliğinden etkilenirdim/doğanın güzelliğine hayran kalırdım.)
- I'm not impressed with anything I've seen so far.
(Şu ana kadar beni etkileyen birşey olmadı/çıkmadı/görmedim.)
(Şimdiye kadar gördüğüm hiçbir şeyden etkilenmedim.)
- Dr. Weaver was impressed with my credentials and called to recruit me.
(Dr.Weaver çalışmalarımdan/referanslarımdan etkilenmiş, yanında/onunla çalışmamı teklif etti.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder