English Expressions & Phrases
can't afford
= don't have enough money
= yeterince parası olmamak
parası yetişmemek/çıkışmamak
parasını/maliyetini/ederini karşılayamamak
satın almaya maddi gücü yetmemek, maddi durumu el vermemek
para verememek
bütçesi kaldırmamak
pahalı gelmek, maddi gücünü aşmak
* I can't afford a car, so I bought a bicycle.
(Araba alacak kadar/araba almaya yetecek param yoktu, ben de bisiklet aldım.)
* I can't afford to go on holiday.
(Tatile çıkacak kadar param yok/çıkmaya param yetmez/tatile çıkma maliyetini karşılayamam.)
* I can't afford a babysitter.
(Bakıcıya para veremem/bakıcı tutacak param/maddi gücüm yok/bir bakıcının maliyetini karşılayamam.)
* You should buy the most recent car you can afford.
(Paranın yettiğince/bütçene uygun son model arabayı almalısın.)
* I plan to buy a new car as soon as I can afford one.
(Almaya gücüm yeter yetmez/parasını denk getirdiğim/denkleştirdiğim gibi/an yeni bir araba almayı planlıyorum/düşünüyorum/alma niyetim/düşüncem var.)
* Who can afford to buy such an expensive house?
(Böyle/bu kadar pahalı bir eve/evi almaya kimin gücü yeter ki/kim güç yetirebilir ki?)
* She has to make her children's clothes. She can't afford to buy them.
(Çocuklarının elbiselerini kendisi dikmesi gerekiyor. Elbise alacak parası yok.)
* I can't afford to eat in such an expensive restaurant.
(Böyle pahalı bir restoranda yemek yemeye gücüm yetmez/yemeyi bütçem kaldırmaz.)
* I cannot afford a camera above 300 dollars.
(300 doların üstünde bir kamerayı maddi olarak karşılayamam/bütçem kaldırmaz/kamera almaya gücüm yetmez.)
(En fazla 300 dolarlık bir kamera alabilirim.)
* That's more than I can really afford but I'll take it.
(Bu alabileceğimin/maddi gücümün gerçekten çok üzerinde ama onu alacağım.)
(Bu bütçemi baya bir aşıyor/bütçemin çok üstünde ama olsun, alacağım/alıyorum.)
* If you can't afford a lawyer, one will be appointed to you.
(Bir avukat tutmaya gücünüz yetmiyorsa, size bir avukat atanacaktır.)
* I can’t afford this room; is there a cheaper one?
(Bu odaya param çıkışmaz; daha ucuz bir oda var mı?)
* He cannot afford to buy a car, much less a house.
(Ev almak şöyle dursun/ev almayı geçtim/bırak ev almayı, onun araba almaya bile gücü yetmez/alacak kadar bile parası/maddi gücü yok.)
* He can afford to buy a house, to say nothing of a car.
(Araba ne ki, bir ev alacak kadar/alabilecek parası var.)
* I cant afford to pay more than five hundred dollars.
(500 dolardan daha fazla veremem/en fazla 500 dolar verebilirim/500 dolardan fazlası beni aşar.)
* He can’t afford a bicycle let alone that luxury car he’s been talking about for weeks.
(Haftalardır hakkında konuştuğu o lüks araba şöyle dursun, onun bir bisiklet almaya yetecek parası yok.)
(Bırak o bahsettiği arabayı almayı, bir bisiklet bile alamaz.)
(O sözünü ettiği lüks/pahalı arabayı geçtim, bir bisiklet dahi alamaz/alacak parası/maddi gücü yok.)
* I can't afford to take a taxi home from work every day.
(Her gün işten eve taksiyle gelebilecek kadar param/maddi gücüm yok/zengin değilim.)
* My daughter Claire wants a car for her 17th birthday, but I can't afford it. Money doesn't grow on trees!
(Kızım Claire 17. yaşgünü için hediye araba istiyor, ama alamam. Para kolay kazanılmıyor/ağaçta yetişmiyor ki.)
* I wish I could afford to send my daughter an Ivy League university.
(Keşke kızımı bir Ivy League üniversitesine gönderebilecek kadar maddi gücüm/param olsaydı.)
* Unfortunately, I had to drop out of college because I couldn't afford the tuition.
(Ne yazık ki okul ücretini/harcını karşılayamadığım için üniversiteyi bırakmak zorunda kaldım.)
* He used to eat out every day, but now he can't afford it.
(Eskiden her gün dışarıda yemek yerdi, ancak şimdi buna gücü yetmiyor/bunu karşılayacak maddi gücü yok.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder