25 Mart 2015 Çarşamba

İngilizce Deyimler ve İfadeler 90

                                               English Expressions & Phrases


can't afford

= don't have enough money

= yeterince parası olmamak
    parası yetişmemek/çıkışmamak
    parasını/maliyetini/ederini karşılayamamak
    satın almaya maddi gücü yetmemek, maddi durumu el vermemek
    para verememek
    bütçesi kaldırmamak
    pahalı gelmek, maddi gücünü aşmak




* I can't afford a car, so I bought a bicycle.
  (Araba alacak kadar/araba almaya yetecek param yoktu, ben de bisiklet aldım.)

* I can't afford to go on holiday.
  (Tatile çıkacak kadar param yok/çıkmaya param yetmez/tatile çıkma maliyetini karşılayamam.)

* I can't afford a babysitter.
  (Bakıcıya para veremem/bakıcı tutacak param/maddi gücüm yok/bir bakıcının maliyetini karşılayamam.)

* You should buy the most recent car you can afford.
  (Paranın yettiğince/bütçene uygun son model arabayı almalısın.)

* I plan to buy a new car as soon as I can afford one.
  (Almaya gücüm yeter yetmez/parasını denk getirdiğim/denkleştirdiğim gibi/an yeni bir araba almayı planlıyorum/düşünüyorum/alma niyetim/düşüncem var.)

* Who can afford to buy such an expensive house?
  (Böyle/bu kadar pahalı bir eve/evi almaya kimin gücü yeter ki/kim güç yetirebilir ki?)

* She has to make her children's clothes. She can't afford to buy them.
  (Çocuklarının elbiselerini kendisi dikmesi gerekiyor. Elbise alacak parası yok.)

* I can't afford to eat in such an expensive restaurant.
  (Böyle pahalı bir restoranda yemek yemeye gücüm yetmez/yemeyi bütçem kaldırmaz.)

* I cannot afford a camera above 300 dollars.
  (300 doların üstünde bir kamerayı maddi olarak karşılayamam/bütçem kaldırmaz/kamera almaya gücüm yetmez.)
  (En fazla 300 dolarlık bir kamera alabilirim.)

* That's more than I can really afford but I'll take it.
  (Bu alabileceğimin/maddi gücümün gerçekten çok üzerinde ama onu alacağım.)
  (Bu bütçemi baya bir aşıyor/bütçemin çok üstünde ama olsun, alacağım/alıyorum.)

* If you can't afford a lawyer, one will be appointed to you.
  (Bir avukat tutmaya gücünüz yetmiyorsa, size bir avukat atanacaktır.)

* I can’t afford this room; is there a cheaper one?
  (Bu odaya param çıkışmaz; daha ucuz bir oda var mı?)

* He cannot afford to buy a car, much less a house.
  (Ev almak şöyle dursun/ev almayı geçtim/bırak ev almayı, onun araba almaya bile gücü yetmez/alacak kadar bile parası/maddi gücü yok.)

* He can afford to buy a house, to say nothing of a car.
  (Araba ne ki, bir ev alacak kadar/alabilecek  parası var.)

* I cant afford to pay more than five hundred dollars.
  (500 dolardan daha fazla veremem/en fazla 500 dolar verebilirim/500 dolardan fazlası beni aşar.)

* He can’t afford a bicycle let alone that luxury car he’s been talking about for weeks.
  (Haftalardır hakkında konuştuğu o lüks araba şöyle dursun, onun bir bisiklet almaya yetecek parası yok.)
  (Bırak o bahsettiği arabayı almayı, bir bisiklet bile alamaz.)
  (O sözünü ettiği lüks/pahalı arabayı geçtim, bir bisiklet dahi alamaz/alacak parası/maddi gücü yok.)

* I can't afford to take a taxi home from work every day.
  (Her gün işten eve taksiyle gelebilecek kadar param/maddi gücüm yok/zengin değilim.)

* My daughter Claire wants a car for her 17th birthday, but I can't afford it. Money doesn't grow on trees!
  (Kızım Claire 17. yaşgünü için hediye araba istiyor, ama alamam. Para kolay kazanılmıyor/ağaçta yetişmiyor ki.)

* I wish I could afford to send my daughter an Ivy League university.
  (Keşke kızımı bir Ivy League üniversitesine gönderebilecek kadar maddi gücüm/param olsaydı.)

* Unfortunately, I had to drop out of college because I couldn't afford the tuition.
  (Ne yazık ki okul ücretini/harcını karşılayamadığım için üniversiteyi bırakmak zorunda kaldım.)

* He used to eat out every day, but now he can't afford it.
  (Eskiden her gün dışarıda yemek yerdi, ancak şimdi buna gücü yetmiyor/bunu karşılayacak maddi gücü yok.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder