12 Mart 2015 Perşembe

İngilizce Ders 43

Stories For ESL Reading & Listening

Dersimizin metnine ve listening/dinleme parçasına bu linkten ulaşabilirsiniz.

Metni okumadan önce beş defa dinleyin. Metni kabataslak okuyup konu hakkında fikir sahibi olduktan sonra beş defa daha dinleyin. Metni İngilizce-Türkçe ve Türkçe-İngilizce çift yönlü kelime, sıfat-isim tamlaması ve edat takımlarının manalarını çıkararak okuyun. Cümle tercümelerini yapın. En son beş defa daha dinleyin.



DERSİN ÇÖZÜMÜ




Check Your Bags at the Store Entrance
(Mağaza girişinde çantalarınızı/poşetlerinizi emanete veriniz/bırakınız.)

Adrian's favorite store was the $1 Store.
Adrian’ın favori mağazası/en sevdiği/en çok gittiği mağaza/dükkan her şey/ne alırsan $1/ucuzluk dükkanıydı.

This store had everything, from fresh produce to birthday cards to gasoline additives. Everything was one dollar.
Bu dükkanda taze meyve sebzeden tutun da doğum günü tebrik kartlarına, benzin katkı ürünlerine kadar her şey vardı. Her şey/bütün ürünlerin fiyatı 1 $’dı.

Usually, he got very good deals; occasionally, he got ripped off.
Genellikle çok uygun fiyata/ucuza/hesaplı ürünler alırdı/alışveriş yapardı, bazen kazıklandığı da/kazık yediği de/fahiş fiyata ürün aldığı da olurdu.

A few days ago, Adrian bought six packages of ink for his printer.
Birkaç gün önce Adrian yazıcısı için altı kutu/tane kartuş/toner almıştı.

Then he found a deal on better ink at the local computer store.
Daha sonra oralardaki/çevredeki/yerel bir bilgisayar mağazasında kartuş için daha iyi/uygun/ucuz fiyat aldı/buldu/daha iyi bir fiyata/ucuza kartuş buldu.

So Adrian went back to the $1 Store to exchange the ink for some other items.
Böylece kartuşu başka bir ürünle/şeyle değiştirmek için “ne alırsan 1$ mağazası”na tekrar gitti/geri döndü.

He put the ink into a plastic bag and tied it up.
Kartuşu poşetin/torbanın içine koydu ve poşetin ağzını bağladı.

When he entered the store, he immediately showed the bag to a clerk and told her that he was returning some items.
Dükkana girdiğinde hemen/ilk iş olarak tezgahtara/görevliye poşeti gösterip ürün iadesi yapacağını söyledi.

She looked at him but said nothing.
Bayan tezgahtar ona/Adrian’a baktı ama bir şey söylemedi/demedi.

There were about ten people in her line. She was obviously very busy.
Sırasında bekleyen/ilgilendiği on kadar müşteri vardı. Gerçekten başı çok kalabalıktı.

Not knowing exactly what to do, Adrian put the bag into a push-cart and started shopping.
Tam olarak ne yapacağını bilmeden Adriam poşeti alışveriş arabasına koyup alışverişe başladı.

He was midway through shopping when a female employee suddenly stopped him.
Bayan bir çalışan beklemediği bir anda onu durdurduğunda alışverişin ortasındaydı/alışverişi yarılamıştı.

"Sir," she said sternly, "you are not allowed to carry a plastic bag of items around in this store. What's in this bag? Show me what's in the bag!"
Bayan personel sert bir şekilde “bayım/beyefendi/bakar mısınız” diye seslenerek “Mağazada içinde ürün olan poşetle dolaşamazsınız/gezemezsiniz. Poşette ne var, poşetin içinde ne olduğunu gösterin bana” dedi.

Adrian was taken aback.
Adrian şaşırmış/afallamıştı.

There was no need for her to yell.
Kızın bağırması için bir neden yoktu.

He opened the bag and showed her the six packages of ink. "I'm returning these to exchange for some other items," Adrian said.
Poşeti açıp altı adet kartuşu bayan personele gösterdi. “Bunları başka ürünlerle değiştireceğim” dedi.

"You should have left the bag with the clerk when you entered this store. Let me see your receipt!" the employee demanded.
“Mağazaya girdiğinizde poşeti görevliye teslim etmeliydiniz/teslim etmeniz gerekiyordu.” dedi ve ürünlerin fişini göstermesini istedi.

Adrian was embarrassed. He felt like a shoplifter.
Adrian utanmıştı. Kendini mağazalardan ürün çalan kimse gibi hissetti.

He looked around to see if anyone was paying attention. He showed her the receipt.
Onlara bakan/onları dinleyen kimse var mı diye etrafına bakındı. Fişi bayan personele gösterdi.

"Perhaps in the future you'll learn how to follow store policy. Leave this bag here with the clerk. You can have your receipt and bag back when you check out."
“Belki ileride/bir dahaki sefere mağaza kurallarına uymayı öğrenirsiniz. Poşeti görevliye teslim edin. Çıkarken fişinizi ve poşetinizi alabilirsiniz.” Dedi.

By the time Adrian had finished shopping and exchanged the items, he was angry. How dare she treat him like a criminal?
Adrian alışverişi tamamlayıp ürünleri değiştirinceye kadar/alışverişini yapıp ürünleri değiştirdiği süre boyunca kızgındı/öfkeliydi. Ne hakla/cüretle kendisine bir suçlu gibi davranabilirdi/kendisine bir suçlu gibi davranmaya nasıl cüret edebilirdi/ne hakkı vardı?

He went looking for her. He wanted an apology.
O bayan personeli aramaya başladı. Bir özür bekliyordu.

He found her in the produce section and asked what her name was.
Onu manav reyonunda buldu ve adını sordu.

She mumbled something. He asked her again, and this time he heard "Ursula."
Bayan personel bir şeyler geveledi/mırıldandı. Tekrar sorunca bu sefer “Ursula” diye işitti/dediğini duydu.

"Ursula what?" he asked. She yelled at him, "Ursula!" and stormed away.
“Ne, Ursula mı?” diye sordu. Kız “Ursula” diye bağırdı ve öfkeyle oradan uzaklaştı.

When Adrian got home, he called the store's corporate headquarters.
Adrian eve gittiğinde mağazanın merkez ofisine/genel merkezine telefon açtı.

This rude employee was about to lose her job, he said to himself.
“Bu kaba/saygısız personel işinden olmak/işini kaybetmek üzere/kaybetsin de görsün” diye kendi kendine mırıldandı.

He described his unpleasant experience to a customer service representative.
Yaşadığı tatsız olayı müşteri hizmetleri temsilcisine anlattı.

She was sympathetic. "Our employees are taught to be polite. We will not tolerate such behavior. Give me your phone number and I will call you back."
Müşteri hizmetleri temsilcisi bayan canayakın biriydi. “Personelimize kibar olmaları için eğitim verilir. Bu tür davranışlara asla taviz vermeyiz/müsamaha göstermeyiz. Bize telefon numaranızı veriniz, size dönüş yapacağız” dedi.

Two days later, Adrian received a phone call from the representative.
İki gün sonra, müşteri hizmetleri temsilcisi Adrian’ı telefonla aradı.

"I'm sorry," she said, "but there's no one at that store named Ursula. Can you describe her? I'll find out who she is. I assure you, we do not tolerate rude behavior, nor do we tolerate lying to customers."
 “Özür dilerim fakat o mağazada Ursula adında kimse yok. Onu tarif edebilir misiniz? Kim olduğunu bulacağım. İnanın, ne kaba davranışa ne de müşterilere yalan söylemeye/konuşmaya taviz gösteriyoruz.” Dedi.

By this time, Adrian had calmed down. He didn't really want the employee to lose her job. He told the representative to forget about it.
O vakte/ana kadar Adrian’ın öfkesi/kızgınlığı geçmişti. Personelin işini kaybetmesini öyle çok istemiyordu. Müşteri hizmetleri temsilcisine meseleyi kapatmasını/unutmasını/boş vermesini söyledi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder