A: Every man has his breaking point.
B: Lickety-split. I wanna get home.
C: Just about finished, sir.
Three deposits tonight.
B: Get my stuff down to the laundry.
And shine my shoes.
I want them looking like mirrors.
C: Yes sir!
B: It's good having you back, Andy.
The place wasn't the same without you.
D: Lights out!
A: I've had some long nights in stir.
Alone in the dark with nothing but your thoughts.
Time can draw out like a blade.
That was the longest night of my life.
------- --------
A: Every man has his breaking point.
(Herkesin bir kırılma noktası/dayanma/tahammül sınırı/gücü vardır.)
B: Lickety-split. I wanna get home.
(Hadi çabuk ol/hadi elini çabuk tut biraz/hadi bitir artık. Eve gitmek istiyorum.)
C: Just about finished, sir.
(Bitmek üzere/çok az kaldı/bitirmek üzereyim efendim.)
Three deposits tonight.
(Bu geceki üç depozit.)(deposit= bankadaki hesaba yatırılan/geçen para/mevduat)
B: Get my stuff down to the laundry.
(Elbiselerimi/eşyalarımı çamaşırhaneye indir/götür.)
And shine my shoes.
(Ayakkabılarımı da boya.)
I want them looking like mirrors.
(Ayna gibi olmalarını/parlamalarını istiyorum.)
C: Yes sir!
(Emredersiniz/başüstüne/tabi efendim.)
B: It's good having you back, Andy.
(Seni tekrar burada görmek/geri döndüğünü görmek güzel, Andy.)
(Tekrar aramıza katılmana sevindim, Andy.)
The place wasn't the same without you.
(Burası sensiz olmuyordu/bir şeye benzemiyordu.)
(Sensiz buranın tadı yoktu.)
D: Lights out!
(Işıklar kapansın/ışıkları kapatın/söndürün.)
A: I've had some long nights in stir.
(Hapishanede/kodeste bir kaç defa uzun/geçmek/bitmek bilmeyen gecelerim oldu/olmuştu/geceler geçirdim.)
Alone in the dark with nothing but your thoughts.
(Karanlıkta sadece düşüncelerinle bir başına kalırsın.)
(Karanlıkta yanında düşüncelerinden başka hiçbir şey/kimse olmaz.)
Time can draw out like a blade.
(Zaman tıpkı bir bıçak gibi gelir/görünür/acıtır/acı verir.)
That was the longest night of my life.
(O gece hayatımın en uzun gecesiydi.)
------- -----
* Lickety-split!
= chop chop! Hurry hurry! Hurry up!
very fast, very quickly
at great speed
= acele et, hadi çabuk ol, hadi elini çabuk tut biraz
çok çabuk, acil, hemen, süratle
apar topar, aceleyle, derhal
- I put on my socks lickety-split.
(Çok hızlı bir şekilde çoraplarımı giydim.)
- He ran out the door lickety-split.
(Aceleyle/kaşla göz arasında kapıdan fırlayıp çıktı/gitti.)
- She tackled the job lickety-split.
(Vakit kaybetmeden/çok çabuk bir şekilde işle ilgilendi/işi halletti.)
- I took off lickety-split across the lawn.
(Hızlı bir şekilde/hop diye çimin üzerinden sıçradım/atladım.)
- Grandma slipped on a banana peel so I had to get her to the hospital lickety split!
(Ananem muz kabuğuna basıp kaydı/düştü, bu yüzden onu hemen/acil/çok çabuk/apar topar hastaneye götürmem gerekti/götürmek zorunda kaldım.)
- At the sound of the starting gun, they were off and running lickety-split.
(Başlama atışının duyulmasıyla, -yarışmacılar çok çabuk bir şekilde harekete geçtiler/yarışa başladılar.)
- Oh no, I've slept in and my dentist appointment is in 20 minutes... I need to get out the door and into my car lickety-split or I'll be late!
(Olamaz, uyuyakalmışım ve yirmi dakika sonra dişçide randevum var. Çok çabuk evden çıkıp arabaya binmem/atlamam lazım, yoksa geç kalacağım.)
* wanna
= want to
contraction of "want to"
= want to'nun resmi olmayan konuşma ve yazışma dilindeki kısaltması
- I wanna get out of here.
(Buradan gitmek istiyorum.)
* just about
= very nearly, almost, more or less
= hemen hemen, neredeyse, ..mek üzere, aşağı yukarı
- I'm just about finished with my homework.
(Ödevimi bitirmek üzereyim/bitirmeme çok az kaldı.)
- I've just about had enough.
(Neredeyse gına gelecek yani!)
- This job is just about done.
(Bu iş bitmek üzere/neredeyse bitti.)
- I'm just about finished doing the laundry.
(Çamaşır yıkamayı bitirmek üzereyim.)
* nothing but
= only, just, completely
= ...dan hariç/başka hiçbir şey, sırf, yalnızca, sadece, bir tek
- I can feel nothing but gravity.
(Sadece yerçekimini hissediyorum/yerçekiminden başka hiçbir şey hissetmiyorum.)
- Jane drinks nothing but milk.
(Jane sütten başka bir şey içmez/sadece süt içer.)
- We could see nothing but fog.
(Sisten başka birşey göremiyorduk/sisten hiçbir şey görünmüyordu.)
- She seems to have nothing but bad luck when it comes to men.
(Erkekler konusunda/söz konusu olduğunda şansı hiç yaver gitmiyor gibi sanki.)
- I wish nothing but the best for you.
(Senin iyiliğinden başka bir şey istemiyorum/dileğim yok.)
- I got nothing but time.
(Zamandan başka bir şeyim yok/zamanım bol.)
- I have nothing but admiration for people who can speak several languages.
(Sadece çok sayıda dil bilen/konuşabilen insanlara karşı hayranlık duyuyorum/besliyorum.)
- Dave buys nothing but expensive clothes.
(Dave yalnızca pahalı kıyafetler alır/giyinir.)
- She thinks of nothing but money.
(Paradan başka bir şey düşündüğü yok./Aklı fikri para.)
- The story was nothing but lies.
(Hikaye baştan aşağı yalan./Anlattığı hikayenin bir satırı/cümlesi bile doğru değil.)
- My car is nothing but trouble.
(Arabam baştan aşağı problem./Arabamın her tarafı sorunlu/problemli/arıza/sorun çıkartıyor.)
(Arabam dertten/sorundan başka bir şey değil.)
- That child does nothing but watch TV.
(O çocuk, televizyon seyretmekten başka hiçbir şey yapmaz/sadece TV izler.)
(O çocuğun tek yaptığı TV izlemek.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder