1 Mayıs 2015 Cuma

Videolarla Pratik İngilizce-10

The Shawshank Redemption -5



A: Every man has his breaking point.
B: Lickety-split. I wanna get home.
C: Just about finished, sir.
   Three deposits tonight.
B: Get my stuff down to the laundry. 
   And shine my shoes. 
   I want them looking like mirrors.
C: Yes sir!
B: It's good having you back, Andy. 
   The place wasn't the same without you. 
D: Lights out!
A: I've had some long nights in stir.
   Alone in the dark with nothing but your thoughts.
   Time can draw out like a blade.
   That was the longest night of my life.
------- --------
A: Every man has his breaking point.
  (Herkesin bir kırılma noktası/dayanma/tahammül sınırı/gücü vardır.)
B: Lickety-split. I wanna get home.
  (Hadi çabuk ol/hadi elini çabuk tut biraz/hadi bitir artık. Eve gitmek istiyorum.)
C: Just about finished, sir.
  (Bitmek üzere/çok az kaldı/bitirmek üzereyim efendim.)
   Three deposits tonight.
  (Bu geceki üç depozit.)(deposit= bankadaki hesaba yatırılan/geçen para/mevduat)
B: Get my stuff down to the laundry. 
  (Elbiselerimi/eşyalarımı çamaşırhaneye indir/götür.)
   And shine my shoes. 
  (Ayakkabılarımı da boya.)
   I want them looking like mirrors.
  (Ayna gibi olmalarını/parlamalarını istiyorum.)
C: Yes sir!
  (Emredersiniz/başüstüne/tabi efendim.)
B: It's good having you back, Andy. 
  (Seni tekrar burada görmek/geri döndüğünü görmek güzel, Andy.)
  (Tekrar aramıza katılmana sevindim, Andy.)
   The place wasn't the same without you. 
  (Burası sensiz olmuyordu/bir şeye benzemiyordu.)
  (Sensiz buranın tadı yoktu.)
D: Lights out!
  (Işıklar kapansın/ışıkları kapatın/söndürün.)
A: I've had some long nights in stir.
  (Hapishanede/kodeste bir kaç defa uzun/geçmek/bitmek bilmeyen gecelerim oldu/olmuştu/geceler geçirdim.)
   Alone in the dark with nothing but your thoughts.
  (Karanlıkta sadece düşüncelerinle bir başına kalırsın.)
  (Karanlıkta yanında düşüncelerinden başka hiçbir şey/kimse olmaz.)
   Time can draw out like a blade.
  (Zaman tıpkı bir bıçak gibi gelir/görünür/acıtır/acı verir.)
   That was the longest night of my life.
  (O gece hayatımın en uzun gecesiydi.)

------- -----
* Lickety-split!
= chop chop! Hurry hurry! Hurry up!
  very fast, very quickly
  at great speed
= acele et, hadi çabuk ol, hadi elini çabuk tut biraz
  çok çabuk, acil, hemen, süratle
  apar topar, aceleyle, derhal
- I put on my socks lickety-split.
  (Çok hızlı bir şekilde çoraplarımı giydim.)
- He ran out the door lickety-split.
  (Aceleyle/kaşla göz arasında kapıdan fırlayıp çıktı/gitti.)
- She tackled the job lickety-split.
  (Vakit kaybetmeden/çok çabuk bir şekilde işle ilgilendi/işi halletti.)
- I took off lickety-split across the lawn.
  (Hızlı bir şekilde/hop diye çimin üzerinden sıçradım/atladım.)
- Grandma slipped on a banana peel so I had to get her to the hospital lickety split!
  (Ananem muz kabuğuna basıp kaydı/düştü, bu yüzden onu hemen/acil/çok çabuk/apar topar hastaneye götürmem gerekti/götürmek zorunda kaldım.)
- At the sound of the starting gun, they were off and running lickety-split.
  (Başlama atışının duyulmasıyla, -yarışmacılar çok çabuk bir şekilde harekete geçtiler/yarışa başladılar.)
- Oh no, I've slept in and my dentist appointment is in 20 minutes... I need to get out the door and into my car lickety-split or I'll be late!
  (Olamaz, uyuyakalmışım ve yirmi dakika sonra dişçide randevum var. Çok çabuk evden çıkıp arabaya binmem/atlamam lazım, yoksa geç kalacağım.)

* wanna
= want to
   contraction of "want to"
= want to'nun resmi olmayan konuşma ve yazışma dilindeki kısaltması
- I wanna get out of here.
  (Buradan gitmek istiyorum.)

* just about
= very nearly, almost, more or less
= hemen hemen, neredeyse, ..mek üzere, aşağı yukarı
- I'm just about finished with my homework.
  (Ödevimi bitirmek üzereyim/bitirmeme çok az kaldı.)
- I've just about had enough.
  (Neredeyse gına gelecek yani!)
- This job is just about done.
  (Bu iş bitmek üzere/neredeyse bitti.)
- I'm just about finished doing the laundry.
  (Çamaşır yıkamayı bitirmek üzereyim.)

* nothing but
= only, just, completely
= ...dan hariç/başka hiçbir şey, sırf, yalnızca, sadece, bir tek
- I can feel nothing but gravity.
  (Sadece yerçekimini hissediyorum/yerçekiminden başka hiçbir şey hissetmiyorum.)
- Jane drinks nothing but milk. 
  (Jane sütten başka bir şey içmez/sadece süt içer.)
- We could see nothing but fog.
  (Sisten başka birşey göremiyorduk/sisten hiçbir şey görünmüyordu.)
- She seems to have nothing but bad luck when it comes to men. 
  (Erkekler konusunda/söz konusu olduğunda şansı hiç yaver gitmiyor gibi sanki.)
- I wish nothing but the best for you.
  (Senin iyiliğinden başka bir şey istemiyorum/dileğim yok.)
- I got nothing but time.
  (Zamandan başka bir şeyim yok/zamanım bol.)
- I have nothing but admiration for people who can speak several languages.
  (Sadece çok sayıda dil bilen/konuşabilen insanlara karşı hayranlık duyuyorum/besliyorum.)
- Dave buys nothing but expensive clothes.
  (Dave yalnızca pahalı kıyafetler alır/giyinir.)
- She thinks of nothing but money.
  (Paradan başka bir şey düşündüğü yok./Aklı fikri para.)
- The story was nothing but lies. 
  (Hikaye baştan aşağı yalan./Anlattığı hikayenin bir satırı/cümlesi bile doğru değil.)
- My car is nothing but trouble.
  (Arabam baştan aşağı problem./Arabamın her tarafı sorunlu/problemli/arıza/sorun çıkartıyor.)
  (Arabam dertten/sorundan başka bir şey değil.)
- That child does nothing but watch TV.
  (O çocuk, televizyon seyretmekten başka hiçbir şey yapmaz/sadece TV izler.)
  (O çocuğun tek yaptığı TV izlemek.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder