21 Mayıs 2013 Salı

7 Gün 3 Ülke (ARNAVUTLUK-KARADAĞ-HIRVATİSTAN) 5.Bölüm


6.Gün Split-Trogir–Sibenik-ZADAR

(12 May 2013)

En geç bugün uyandım. Saat 7… Murat kalkmıyor. Akşam o biraz hava almak için şehri turladı. Enes’le ben bir saat kadar şehri gezeceğiz.

Split… Başkent Zagreb’den sonra ülkenin ikinci büyük kenti… Liman kenti… Birçok ünlü Hırvat sporcunun Split doğumlu olması nedeniyle, şehre “Dünyanın en sportif şehri” de deniliyor. Sembolü Dalmaçyalı köpeği ve eşek... Zagreb’le başta spor ve ekonomik olmak üzere her konuda büyük bir rekabet içinde Split... Aynı ülkede olup birbirinden bu kadar nefret eden iki şehir ve şehir halkı bulmak zor...

Elimizde notlarımız ve şehir haritamız doğruca Gurgura Ninskog heykelinin önünde bulunan Strossmayerov parkına gidiyoruz. Park güzel çeşmesiyle huzur veriyor. Heykel ise restore halinde olduğu için tamamen kapatılmış. Sadece ayak parmakları açık bırakılmış. Bu heykelin ismi ve hikayesi şöyle:

 Knin şehrinden gelen Aziz Yorgo heykeli,  Grgur Ninski isimli piskoposun anısına yapılan devasa bir heykel... Bu devasa heykeldeki kişi dini hizmetlerde Latince yerine Hırvatça kullanılmaya başlanmasının öncüsü olduğundan çok saygı görüyor. Heykelin ayak başparmağına dokunmanın iyi şans getirildiğine inanılıyor. Zaten heykelin başparmağı da dokunulmaktan parlamış.

Biz de heykelin ayak parmaklarına dokunup hemen arkasındaki sokaktaki kapıdan stari grada yani eski şehre giriş yapıyoruz. Dioklecijanova isimli dar caddeyi geçerek Peristil ve Dünya Kültür Mirası listesindeki Diocletian Sarayı’na ulaşıyoruz. Şehre, Roma İmparatoru Diocletianus’un yaşamak için yaptırdığı saray kompleksinin bulunduğu alan imzasını atmış durumda. Etrafı eski şehri meydana getiriyor. Tıpkı oğlu Konstantin’in İstanbul’a adını vermesi gibi… Split (Solin)de doğan ve Roma'yı ilk defa ikiye bölerek (doğu-batı) tetrarşi dönemini getiren Roma imparatoru Diocletianus, Diokletian sarayını Split'te yaptırmış. ( 2. Diokletian sarayı İzmit'te yapılmış ve Doğu Roma'nın ilk başkenti seçilmişti).

Daha evvel imparator Diocletian’ın Mozolesi olan yerde bugün St. Domnius Katedrali var. Katedral ve bitişiğindeki kule gerçekten olağanüstü. Fotoğraf çekerken kendimizen geçiyoruz. Hedefimiz kuleye çıkmak… Kuleye çıkıp tüm şehri izliyoruz. (kişi başı 15 kuna, yani 5 TL)

Aşağıya inip Peristyle’yı yani katedralin önündeki sütunlu alanı geziyoruz. Merdivenlerle sarayın altına, mahzene iniyoruz. Şimdi çarşı olarak kullanılıyor. Tekrar Peristyle’a çıkıp oradan Hrvojeva caddesine geçiyoruz. Satıcılardan tişört alıyoruz. Tabi ki Haiduk Split tişörtleri… Espri olsun diye satıcıya Enes’in Dinamo Zagreb taraftarı olduğunu söylediğimde kadının suratı ekşiyor. Belki de bu yüzden hiç indirim yapmıyor. Baskılı tişört 45-50 kuna…








 

Tekrar parkın üstündeki caddeye çıkıp Enes’le kahvaltı yapıyoruz. Baya acıkmışız. İkişer tabak peynir ve omlet yiyoruz. Hesap 130 Kuna yani 40 TL civarı…

Hosteldeyiz. Murat’ı uyandırmak kolay olmuyor ama suyun kaldırma kuvvetinden yararlanıyoruz. Saat 10… Slavin ve biz hazırız.

Yoldayız. İlk durağımız, Split’ten yaklaşık 30 km uzaklıktaki Trogir… Aslında burası adayken şehre iki köprü ile iki taraftan bağlanıyor ve yarımada halini alıyor.

Gerçekten söylenecek kelime yok. Trogir muhteşem… Bu seyahatte gördüğüm en güzel güzellik… Burada yaşamak isterim… Unesco boşuna tüm şehri dünya mirası listesine almamış.

Slavin bizi St. John the Baptist kilisesinin yakınında bırakıyor. Kiliseyi fotoğrafladıktan sonra Kuzey Kapısından şehre giriş yapıyoruz ve doğruca St.Lawrence katedralinin bulunduğu meydana (Loggia) geliyoruz. Katedral ve meydan oldukça etkileyici… 14. yy tarihli saat kulesi de meydanın diğer bir incisi…

Meydanda bir süre vakit geçirdikten sonra Güney kapısı istikametinde dar sokakları takip ediyorum. Bu arada Enes ve Murat meydanda kalıyor. Güney kapısından sahile çıkış yapıyorum. Şehir bir başka güzel… Camerlengo kalesine doğru yürüyorum. Kaleye giriş 20 kuna. Çok güzel manzaraya sahip kale ve yüksekten tüm şehri gözlemleyebiliyorsunuz.











 

Meydanda Murat ve Enes’le buluşup arabaya gidiyoruz. Yine yollar. Yeni durağımız Sibenik (Şibenik diye okunuyor)… Hırvatların tarihte kurdukları ilk şehir…

Yolda Sveti Stefan misali güzel bir şehir olan Primosten şehrinin yol üstünden fotoğraflıyoruz. Bir daha gelmek nasip olursa, burayı programa almak lazım diye not alıyorum.

Sibenik’e vardığımızda Slavin bizi şehir merkezinde indiriyor. Poljana diğer adıyla eski Tito meydanından aşağıya sahile doğru parkın içinden iniyoruz. Aşağıda Kral Petar’ın heykeli karşılıyor bizi. Sahilde boat fuarı var. Zamanımız yok, kıyıdan eski şehre doğru adımlıyoruz. St.Jakob katedraline çıkan merdivenlerden eski şehre ve geniş meydana doğru giriş yapıyoruz. Oldukça etkileyici bir manzara… Sırf bu alan için bile bu şehre gelinir. Eski taş yapılar, görkemli binalar… Görsel şölenin keyfini çıkartıyoruz. St. Barbara kilisesini ve saat kulesini gözlemledikten sonra şehrin dar sokaklarına adım atıyoruz. Pazar gününün sakinliği… Dükkanlar kapalı… Şehri bitirip Slavin’le parkta buluşuyoruz.








 

Şimdi hedefte bu akşam konaklayacağımız Zadar var. Güzel manzaralar eşliğinde yolculuğumuzu sürdürüyoruz. Hostelimiz Zadar’a gelmeden 5 km mesafedeki Bibinje tatil beldesi.. 5-10 dakikalık uğraştan sonra kalacağımız Sime Simunic Apartment’I buluyoruz. Çatı katı bize ait. Tam bir daire. Kahvaltısız kişi başı 10 Euro…

Eşyalarımızı bırakıp aşağıda bizi bekleyen Slavin’le beraber Zadar’a yol alıyoruz. Slavin bizi tam Kral Tomislav caddesindeki köprü başında indiriyor. Slavin’le vedalaşıp kapıdan eski şehre giriş yapıyoruz. Eski şehir derin bir hendek ile anakaradan ayrılmış ve günümüzde yarımada halini almış.

Giriş kapısının yanındaki merdivenden yukarı çıkarak üst yola ulaşıyoruz. Kara Kapısı yönünde yürüyüp Kraliçe Jelena Madijevke meydanına ulaşıyoruz. Burada Beş su kuyularını görüyoruz. Bu kuyular 16’ncı yüzyılda, Venedikliler tarafından yapılmış ve şehrin su ihtiyacını karşılayan kuyular. Osmanlı kuşatmalarına dayanmak için yaptırılmıştır. Osmanlı tehdidi sona erdiğinde ise, bu bölgede bir park yapılarak, kuyular koruma altına alınmış. Bugün ise şehir halkının buluşma yeri haline gelmiş. Alanda ayrıca St.Simeon kilisesi de mevcut…

Yönümüzü Kara kapısına çeviriyoruz. 1543 yılında, deniz kapısını da yapan, Veronalı mimar Michele Sanmicheli tarafından yapılmış. Kapının üstünde: St.Mark Venedik Aslanı ve şehrin koruyucu azizi olan St.Chrysogonus’un rölyefi var. Kendisi, bu rölyefte, at üstünde görülüyor.

Kara kapısını fotoğrafladıktan sonra şehre tekrar giriş yapıyoruz. Karşımıza City Centinel çıkıyor. Saat kulesinin olduğu bu yapı şimdi kitapçı olarak işletiliyor. Aynı yönde yürümeye devam ediyoruz. St. Mary kilisesini gördükten sonra etkileyici güzelliğiyle St. Donatus kilisesi karşımıza çıkıyor. Kilisenin yakınındaki Roman Forumunu görüyoruz. İlerlemeye devam edip St. Anastacia kilisesini gördükten sonra hedefimiz Dalgaların orgu ve Greeting to the sun

Zadar’ı Zadar yapan bu iki güzellik, yapay ve yarımadanın ucunda… "Sea Organ" Dalgaların Orgu… Dalgaların kıyıya vurmasından yararlanılarak denize inen basamaklara yerleştirilmiş borularla elde edilen müzik sesi.. Adanın ucuna iskelenin altında kalacak şekilde bir org (kilise orgu gibi düşünün) tasarlanarak yerleştirilmiş. Bu org dalgaların hareketi ile melodiler oluşturmakta. Özellikle Zadar'ın güzel günbatımı ile birleşince çok hoş bir atmosfer ortaya çıkıyor. Tam bu saatlerde tüm turistler bu bölgeye toplanıyor. Bu müzik eşliğinde gün batımını seyrettikten sonra da buradan ayrılmayın çünkü bir başka güzellik bu defa güneş batınca sizi burada bekliyor olacak. Tam bu bölgedeki yaklaşık 30 m çapındaki solar enerji ile çalışan "Greeting to the Sun" adı verilen 300 çok katlı ve çok renkli ışıklı cam zemin gün boyu güneşten aldığı enerji ile gün batımından sonra dalgaların sesi ile uyumlu olarak renk oyunları yaparak ışık gösterisi sunuyor. Bu zemin üzerinde tüm turistler gibi bir fotoğraf çektirmeden ayrılanı sınırdan çıkartmıyorlar :)

Sadece bu iki yer bile Zadar'ı görmeniz için yeterli bir neden çünkü dünyada bu yapıların bir eşi yok.

Dalgaların orgunu duyabilmek için uzanıp kulaklarımızı deliklere iyice yaklaştırdık. Elbette bildiğiniz org değil ama evet bir ses çıkıyor :)

Güneş panelinde insanlar toplanmaya başlamıştı. Daha güneşin batmasına iki saat var. Bu arada yemek yiyelim diyoruz ve köprüye doğru sahil tarafından yürümeye başlıyoruz.

Önümüze taksiciler çıkıyor. Yarınki programı halletsek fena olmaz. Genç bir taksici ile pazarlık yapıyoruz. Programımız şöyle: Sabah 7’de bizi kaldığımız Bibinje’den alacak. Doğruca Plitvicka Milli parkına gideceğiz. Orada 3-4 saat vakit geçirdikten sonra bizi Zagreb’e bırakacak. Pazarlık sonucu 240 Euro’ya anlaşıyoruz. Adı Josefin…

Taksi işi de tamam… Artık pizza zamanı… İtalyan hâkimiyetinin yaşandığı bu topraklarda pizza yemezsek olmaz. Üç farklı büyük pizza söyleyerek midemize bayram yaptırıyoruz. Toplam hesap 30 Euro…

Güneşin batışına yarım saat kala tekrar yürümeye başlıyoruz. Yediğimizi eritmemiz lazım. Manzara gerçekten muhteşem… İnsanlar toplanmış bu güzel anın tadını çıkartıyorlar. Biz de onlara katılıyoruz.
















 

Bir saat kadar vakit geçirdikten sonra artık dinlenme zamanı. Yarın sabah erkenciyiz. Josefin’i telefonla arıyoruz ve bizi Bibinje’ye bırakıyor. Böylece sabah gelirken bizi aramakla vakit kaybetmeyecek.

Ve gece… kabusum oluyor. Murat’ın hiç affı yok. Beraber yatıyoruz. Ama ben yatamıyorum. O ne horlama Allah’ım… Ona acıdığımdan kızamıyorum. Enes de öbür yataktan karşılık veriyor arada bir. Tek farkı bu zaten. Murat aralıksız, Enes dinlene dinlene horluyor.

Tv açıyorum, kitap okuyorum. Kitabımı bitirmek dışında bir faydası olmuyor bu uykusuzluğun. Sıfır uykuyla sabah ediyorum.

Bugün zor olacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder