6.Gün Split-Trogir–Sibenik-ZADAR
(12 May 2013)
En geç bugün
uyandım. Saat 7… Murat kalkmıyor. Akşam o biraz hava almak için şehri turladı.
Enes’le ben bir saat kadar şehri gezeceğiz.
Split… Başkent
Zagreb’den sonra ülkenin ikinci büyük kenti… Liman kenti… Birçok ünlü Hırvat
sporcunun Split doğumlu olması nedeniyle, şehre “Dünyanın en sportif şehri” de
deniliyor. Sembolü Dalmaçyalı köpeği ve eşek... Zagreb’le başta spor ve
ekonomik olmak üzere her konuda büyük bir rekabet içinde Split... Aynı ülkede
olup birbirinden bu kadar nefret eden iki şehir ve şehir halkı bulmak zor...
Elimizde
notlarımız ve şehir haritamız doğruca Gurgura
Ninskog heykelinin önünde bulunan Strossmayerov
parkına gidiyoruz. Park güzel çeşmesiyle huzur veriyor. Heykel ise restore
halinde olduğu için tamamen kapatılmış. Sadece ayak parmakları açık bırakılmış.
Bu heykelin ismi ve hikayesi şöyle:
Knin şehrinden gelen Aziz Yorgo heykeli, Grgur
Ninski isimli piskoposun anısına yapılan devasa bir heykel... Bu devasa
heykeldeki kişi dini hizmetlerde Latince yerine Hırvatça kullanılmaya
başlanmasının öncüsü olduğundan çok saygı görüyor. Heykelin ayak başparmağına
dokunmanın iyi şans getirildiğine inanılıyor. Zaten heykelin başparmağı da
dokunulmaktan parlamış.
Biz de
heykelin ayak parmaklarına dokunup hemen arkasındaki sokaktaki kapıdan stari
grada yani eski şehre giriş yapıyoruz. Dioklecijanova
isimli dar caddeyi geçerek Peristil
ve Dünya Kültür Mirası listesindeki Diocletian
Sarayı’na ulaşıyoruz. Şehre, Roma İmparatoru Diocletianus’un yaşamak için
yaptırdığı saray kompleksinin bulunduğu alan imzasını atmış durumda. Etrafı
eski şehri meydana getiriyor. Tıpkı oğlu Konstantin’in İstanbul’a adını vermesi
gibi… Split (Solin)de doğan ve Roma'yı ilk defa ikiye bölerek (doğu-batı)
tetrarşi dönemini getiren Roma imparatoru Diocletianus, Diokletian sarayını
Split'te yaptırmış. ( 2. Diokletian sarayı İzmit'te yapılmış ve Doğu Roma'nın
ilk başkenti seçilmişti).
Daha evvel
imparator Diocletian’ın Mozolesi olan yerde bugün St. Domnius Katedrali var. Katedral ve bitişiğindeki kule gerçekten olağanüstü. Fotoğraf
çekerken kendimizen geçiyoruz. Hedefimiz kuleye çıkmak… Kuleye çıkıp tüm şehri
izliyoruz. (kişi başı 15 kuna, yani 5 TL)
Aşağıya inip Peristyle’yı yani katedralin önündeki
sütunlu alanı geziyoruz. Merdivenlerle sarayın altına, mahzene iniyoruz. Şimdi
çarşı olarak kullanılıyor. Tekrar Peristyle’a çıkıp oradan Hrvojeva caddesine
geçiyoruz. Satıcılardan tişört alıyoruz. Tabi ki Haiduk Split tişörtleri… Espri
olsun diye satıcıya Enes’in Dinamo Zagreb taraftarı olduğunu söylediğimde
kadının suratı ekşiyor. Belki de bu yüzden hiç indirim yapmıyor. Baskılı tişört
45-50 kuna…
Tekrar parkın
üstündeki caddeye çıkıp Enes’le kahvaltı yapıyoruz. Baya acıkmışız. İkişer
tabak peynir ve omlet yiyoruz. Hesap 130 Kuna yani 40 TL civarı…
Hosteldeyiz.
Murat’ı uyandırmak kolay olmuyor ama suyun kaldırma kuvvetinden yararlanıyoruz.
Saat 10… Slavin ve biz hazırız.
Yoldayız. İlk
durağımız, Split’ten yaklaşık 30 km uzaklıktaki Trogir… Aslında burası adayken şehre iki köprü ile iki taraftan
bağlanıyor ve yarımada halini alıyor.
Gerçekten
söylenecek kelime yok. Trogir muhteşem… Bu seyahatte gördüğüm en güzel
güzellik… Burada yaşamak isterim… Unesco boşuna tüm şehri dünya mirası
listesine almamış.
Slavin bizi St. John the Baptist kilisesinin
yakınında bırakıyor. Kiliseyi fotoğrafladıktan sonra Kuzey Kapısından şehre giriş yapıyoruz ve doğruca St.Lawrence katedralinin bulunduğu
meydana (Loggia) geliyoruz. Katedral
ve meydan oldukça etkileyici… 14. yy tarihli saat kulesi de meydanın diğer bir
incisi…
Meydanda bir
süre vakit geçirdikten sonra Güney kapısı istikametinde dar sokakları takip
ediyorum. Bu arada Enes ve Murat meydanda kalıyor. Güney kapısından sahile
çıkış yapıyorum. Şehir bir başka güzel… Camerlengo
kalesine doğru yürüyorum. Kaleye giriş 20 kuna. Çok güzel manzaraya sahip
kale ve yüksekten tüm şehri gözlemleyebiliyorsunuz.
Meydanda Murat
ve Enes’le buluşup arabaya gidiyoruz. Yine yollar. Yeni durağımız Sibenik (Şibenik diye okunuyor)…
Hırvatların tarihte kurdukları ilk şehir…
Yolda Sveti
Stefan misali güzel bir şehir olan Primosten
şehrinin yol üstünden fotoğraflıyoruz. Bir daha gelmek nasip olursa, burayı
programa almak lazım diye not alıyorum.
Sibenik’e
vardığımızda Slavin bizi şehir merkezinde indiriyor. Poljana diğer adıyla eski
Tito meydanından aşağıya sahile doğru parkın içinden iniyoruz. Aşağıda Kral Petar’ın heykeli karşılıyor bizi.
Sahilde boat fuarı var. Zamanımız yok, kıyıdan eski şehre doğru adımlıyoruz. St.Jakob katedraline çıkan
merdivenlerden eski şehre ve geniş meydana doğru giriş yapıyoruz. Oldukça
etkileyici bir manzara… Sırf bu alan için bile bu şehre gelinir. Eski taş
yapılar, görkemli binalar… Görsel şölenin keyfini çıkartıyoruz. St. Barbara
kilisesini ve saat kulesini gözlemledikten sonra şehrin dar sokaklarına adım
atıyoruz. Pazar gününün sakinliği… Dükkanlar kapalı… Şehri bitirip Slavin’le
parkta buluşuyoruz.
Şimdi hedefte
bu akşam konaklayacağımız Zadar var.
Güzel manzaralar eşliğinde yolculuğumuzu sürdürüyoruz. Hostelimiz Zadar’a
gelmeden 5 km mesafedeki Bibinje tatil beldesi.. 5-10 dakikalık uğraştan sonra
kalacağımız Sime Simunic Apartment’I buluyoruz. Çatı katı bize ait. Tam bir
daire. Kahvaltısız kişi başı 10 Euro…
Eşyalarımızı
bırakıp aşağıda bizi bekleyen Slavin’le beraber Zadar’a yol alıyoruz. Slavin
bizi tam Kral Tomislav caddesindeki köprü başında indiriyor. Slavin’le
vedalaşıp kapıdan eski şehre giriş yapıyoruz. Eski şehir derin bir hendek ile anakaradan ayrılmış ve günümüzde
yarımada halini almış.
Giriş
kapısının yanındaki merdivenden yukarı çıkarak üst yola ulaşıyoruz. Kara Kapısı
yönünde yürüyüp Kraliçe Jelena Madijevke meydanına ulaşıyoruz. Burada Beş su kuyularını görüyoruz. Bu kuyular
16’ncı yüzyılda, Venedikliler tarafından yapılmış ve şehrin su ihtiyacını
karşılayan kuyular. Osmanlı kuşatmalarına dayanmak için yaptırılmıştır. Osmanlı
tehdidi sona erdiğinde ise, bu bölgede bir park yapılarak, kuyular koruma
altına alınmış. Bugün ise şehir halkının buluşma yeri haline gelmiş. Alanda
ayrıca St.Simeon kilisesi de mevcut…
Yönümüzü Kara kapısına çeviriyoruz. 1543
yılında, deniz kapısını da yapan, Veronalı mimar Michele Sanmicheli tarafından
yapılmış. Kapının üstünde: St.Mark Venedik Aslanı ve şehrin koruyucu azizi olan
St.Chrysogonus’un rölyefi var. Kendisi, bu rölyefte, at üstünde görülüyor.
Kara kapısını
fotoğrafladıktan sonra şehre tekrar giriş yapıyoruz. Karşımıza City Centinel çıkıyor. Saat kulesinin
olduğu bu yapı şimdi kitapçı olarak işletiliyor. Aynı yönde yürümeye devam
ediyoruz. St. Mary kilisesini
gördükten sonra etkileyici güzelliğiyle St.
Donatus kilisesi karşımıza çıkıyor. Kilisenin yakınındaki Roman Forumunu görüyoruz. İlerlemeye
devam edip St. Anastacia kilisesini gördükten sonra hedefimiz Dalgaların orgu ve Greeting to the sun…
Zadar’ı Zadar
yapan bu iki güzellik, yapay ve yarımadanın ucunda… "Sea Organ" Dalgaların Orgu… Dalgaların kıyıya vurmasından
yararlanılarak denize inen basamaklara yerleştirilmiş borularla elde edilen
müzik sesi.. Adanın ucuna iskelenin altında kalacak şekilde bir org (kilise
orgu gibi düşünün) tasarlanarak yerleştirilmiş. Bu org dalgaların hareketi ile
melodiler oluşturmakta. Özellikle Zadar'ın güzel günbatımı ile birleşince çok
hoş bir atmosfer ortaya çıkıyor. Tam bu saatlerde tüm turistler bu bölgeye
toplanıyor. Bu müzik eşliğinde gün batımını seyrettikten sonra da buradan
ayrılmayın çünkü bir başka güzellik bu defa güneş batınca sizi burada bekliyor
olacak. Tam bu bölgedeki yaklaşık 30 m çapındaki solar enerji ile çalışan
"Greeting to the Sun" adı
verilen 300 çok katlı ve çok renkli ışıklı cam zemin gün boyu güneşten aldığı
enerji ile gün batımından sonra dalgaların sesi ile uyumlu olarak renk oyunları
yaparak ışık gösterisi sunuyor. Bu zemin üzerinde tüm turistler gibi bir
fotoğraf çektirmeden ayrılanı sınırdan çıkartmıyorlar :)
Sadece bu iki
yer bile Zadar'ı görmeniz için yeterli bir neden çünkü dünyada bu yapıların bir
eşi yok.
Dalgaların
orgunu duyabilmek için uzanıp kulaklarımızı deliklere iyice yaklaştırdık.
Elbette bildiğiniz org değil ama evet bir ses çıkıyor :)
Güneş
panelinde insanlar toplanmaya başlamıştı. Daha güneşin batmasına iki saat var.
Bu arada yemek yiyelim diyoruz ve köprüye doğru sahil tarafından yürümeye
başlıyoruz.
Önümüze
taksiciler çıkıyor. Yarınki programı halletsek fena olmaz. Genç bir taksici ile
pazarlık yapıyoruz. Programımız şöyle: Sabah 7’de bizi kaldığımız Bibinje’den
alacak. Doğruca Plitvicka Milli parkına gideceğiz. Orada 3-4 saat vakit
geçirdikten sonra bizi Zagreb’e bırakacak. Pazarlık sonucu 240 Euro’ya
anlaşıyoruz. Adı Josefin…
Taksi işi de
tamam… Artık pizza zamanı… İtalyan hâkimiyetinin yaşandığı bu topraklarda pizza
yemezsek olmaz. Üç farklı büyük pizza söyleyerek midemize bayram yaptırıyoruz.
Toplam hesap 30 Euro…
Güneşin
batışına yarım saat kala tekrar yürümeye başlıyoruz. Yediğimizi eritmemiz
lazım. Manzara gerçekten muhteşem… İnsanlar toplanmış bu güzel anın tadını
çıkartıyorlar. Biz de onlara katılıyoruz.
Bir saat kadar
vakit geçirdikten sonra artık dinlenme zamanı. Yarın sabah erkenciyiz.
Josefin’i telefonla arıyoruz ve bizi Bibinje’ye bırakıyor. Böylece sabah
gelirken bizi aramakla vakit kaybetmeyecek.
Ve gece…
kabusum oluyor. Murat’ın hiç affı yok. Beraber yatıyoruz. Ama ben yatamıyorum.
O ne horlama Allah’ım… Ona acıdığımdan kızamıyorum. Enes de öbür yataktan
karşılık veriyor arada bir. Tek farkı bu zaten. Murat aralıksız, Enes dinlene
dinlene horluyor.
Tv açıyorum,
kitap okuyorum. Kitabımı bitirmek dışında bir faydası olmuyor bu uykusuzluğun.
Sıfır uykuyla sabah ediyorum.
Bugün zor
olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder