22 Mayıs 2013 Çarşamba

Arnavutluk-Karadağ-Hırvatistan Gezisi Final Raporu

YOL

7 günde 2115 km'si uçak, 1345 km'si araba olmak üzere toplam 3460 km yol kat ettik. İşte bu da izlediğimiz rotanın haritası tıklayınız

İstanbul-Tiran                   765 km
Tiran-Berat                       130 km
Berat-İşkodra                    230 km
İşkodra-Budva                    90 km
Budva-Rijeka Crnojevica   40 km
Rijeka- Cetinje                   20 km
Cetince-Lovcen                  15 km
Lovcen-Kotor                     30 km
Kotor-Split                        350 km
Split-Zadar                        140 km
Zadar-Zagreb                    300 km
Zagreb-İstanbul               1350 km


toplam= 2115 km uçak+ 1345 km araba = 3460 km

* Arnavutluk yolları gerçekten kötü. Özellikle Berat yolu rezalet. Fakat Durres-İşkodra yolu fena değildi. Karadağ ve Hırvatistan yolları iyiydi.
* Zaman kısıtlı olduğu için taksi tuttuk. Bu rotanın neredeyse tamamını toplu ulaşımla halledebilirsiniz.

HARCAMA
Üç kişilik harcama sonucunda kişi başı 7 günde 695 Euro harcadık. Bunun 375 Euro'su yol/taksi ücreti...
Bu seyahat bize adam başı uçak, vize vs toplam 2500 TL'ye mal oldu.

son söz
* Seyahat işi sabır işi... Yol arkadaşınızı iyi seçin. Benim yol arkadaşlarım çok şükür çok iyi idiler. Horlama sorunu hariç...
* Mutlaka planlı olun. Bu yedi günde İstanbul'da neyi planladıysam hepsini yerine getirdik. Planlı olmasak bu vakte bu programı sığdıramazdık.
* Bu üç ülkeye bir daha gitmek isterim. Pişman olduğum yer olmadı. Size tavsiyem, tek ülkeyi detaylı gezin. Mesela üç gün Arnavutluk, üç gün Karadağ, dört-beş gün Hırvatistan...

Herhangi bir sorunuz olursa lütfen çekinmeden bana yazınız.
Teşekkürler

21 Mayıs 2013 Salı

7 Gün 3 Ülke (ARNAVUTLUK-KARADAĞ-HIRVATİSTAN) 6.Bölüm


7.Gün Plitvicka-Zagreb
     (13 May 2013)

Uykusuz gecenin ardından gün oluyor. Murat ve Enes performanslarına devam ediyorlar. Saat 6… kahvaltı için poğaça-börek almaya gidiyorum ve bu sayede sabah sporumu da yapmış oluyorum.

Murat ve Enes’i uyandırdıktan sonra saat 7’e doğru Josefin geliyor. Hostelimizin yanındaki kafede çay içip aldığımız poğaça-börekleri yiyoruz. Artık yola çıkma zamanı. Hedefimiz Plitvicka Milli Parkı

Yol boyunca dayanamayıp uyuyorum. Murat arabada hala uyuyor ve performansını devam ettiriyor. Yaklaşık bir buçuk saat sonra Milli parka geliyoruz.

Zagreb ile Zadar arasında kalan Milli Park, birbirinden güzel 16 göl ve onları birbirine bağlayan şelalelerden oluşuyor. 1949′ta milli park haline getirilmiş. Hırvatistan’ın en eski milli parkı olma özelliği taşıyor. 1979′ta UNESCO’nun dünya doğal miras listesine alınmış.

Plitvice’yi tek ve bulunamaz yapan, yılın her döneminde göllerin, farklı mineral katman kalınlıklarına bağlı olarak yeşilin ve mavinin başka başka tonlarına bürünmeleri imiş. Bu parkı eşsiz kılan asıl nokta, on altı gölün birbirlerine küçük şelalelerle bağlanarak oluşturduğu büyüleyici görüntüler…

2 nolu giriş kapısında Josefin bizi bırakıyor. Önce bilet alıyoruz. Kişi başı 110 Kuna yani 40 TL’den daha az… Farklı yürüyüş rotaları yapmışlar ve bunları harflendirmişler. Bir nevi çamaşır makinesi programları gibi. Biz F rotasını seçiyoruz. Bu rota 3-4 saat arasında sürüyor.

Tabelalar çok düzenli ve yönlendirici. Harfini takip ederek rotadan sapmamış oluyorsun. Parkın içine adım attığınız andan itibaren müthiş bir doğa sizleri karşılıyor. Yeşilin her tonu ve çağlayan su…

 Önce tekneye binerek 150 metrelik mesafeye karşıya geçiyoruz. Oradan da başka tekmeyle aktarma yaparak şelaleler bölgesine geliyoruz. Tekneden inip tahtadan yapılmış yürüyüş yolunda yaklaşık yarım saat yürüyor ve büyük şelale mevkiine geliyoruz. Dilimiz tutuluyor. Enfes bir manzara…. Murat ve Enes aşağıda kalırken ben gözetleme terasına doğru merdivenleri çıkmaya başlıyorum. Kesinlikle değiyor. Çok güzel açıdan şelaleleri ve gölü gözlemliyorum.

Rotamızı yürüyüş ile devam ettirip son olarak vagonlu araçlarla final noktasına geliyoruz. Tekrar Josefin’le 2 nolu kapıda buluştuğumuzda her birimiz doğada dolu dolu geçirdiğimiz dört saatin mutluluğu ile gülümsüyorduk…














 

Anı olarak milli parkın tişörtlerinden alıp yola koyuluyoruz. Josefin’in bildiği güzel bir restoranda yemek yiyoruz. Toplam hesap 50 Euro…

Saat 16:00 gibi Zagreb’e varıyoruz. Kesinlikle başkente vardığınızı anlıyorsunuz. Cep telefonundan haritada hostelimizi (Hostel Zagreb Mali Mrak) bulmamıza rağmen Josefin’in garipliğinden hostele varmamız 20 dakika gecikiyor.

Eşyalarımızı odamıza yerleştiriyoruz. Odamızda iki katlı bir ranza ve bir kişilik yatak var. Tuvalet-banyo dışarıda ortak. Kahvaltısız kişi başı 110 kuna…

İstikamet şehrin merkezi Trg Bana Jelacica meydanı… Ilıca caddesini takip ederek yürüyüşle meydana 15-20 dakikada varıyoruz. Murat ve Enes söyleniyorlar tramvaya binmediğimiz için. Oysa yürüyerek gezilir. Taşıtla bir yerden bir yere gidilir.

Şehir ve meydan çok canlı. At üstünde asker Jelacic’in heykelini fotoğraflıyoruz. Jelacic, 19. yy’da Macarlara karşı isyan hareketi başlatmış, savaşmış bir vali ve bir halk kahramanı. Heykel, Tito döneminde Hırvat milliyetçiliği ile bağlantılı olduğundan yerinden kaldırılıp gömülmüş. Ancak 1990 yılında bağımsızlığını ilan ettikten sonra yeni hükümetin ilk işi heykeli yerinden çıkarıp meydana dikmek olmuş. Ayrıca kendisi bir dönem ülkesini Osmanlı tehdidinden de korumuş.

Bu meydan Zagreb’lilerin aynı zamanda buluşma yeri. Buluşmalar yine meydandaki beyaz saat kulesini işaret ederek "saat kulesinin altı" ya da heykeli yer göstererek "atın kuyruğunun altı" şeklinde oluyormuş.

Heykelin hemen yanında ise bir havuza akan Mandusevac Fountain/çeşmesi var. Bu su kaynağı 19 yy'a kadar Zagreb’in içme suyunu teşkil ediyormuş. Hikâyeye göre zamanla bu çeşme cadıların buluşma noktası olmuş. Şehrin isminin bu su ile ilgili de bir hikayesi var: Bir bahar günü savaştan dönen yorgun ve susamış komutana "Manda" adında bir kız  buradan "kaşık dolusu su" getirir. Kaşık dolusu su Hırvat dilinde "zagrabiti" demektir. Bundan sonra bahara kızın adından kaynaklanan  "mandusevac" şehre de kaşık dolusu sudan kaynaklanan "Zagreb" denmiş.

Meydan eski şehri aşağı ve yukarı bölge -Gornji grad (Upper Town), Donji grad (Lower town)- diye ikiye bölüyor. Aşağı bölgede daha çok 19. yy, yukarı bölgede ise 17. yy’dan kalma yapılar yoğunlukta.

Çeşmeden yukarıya doğru yürüyoruz. Görmemek mümkün olmayan, devasa boyutuyla insanı etkileyen St. Stephen (Zagreb) Katedrali karşımıza çıkıyor. 1094 yapımlı fakat 1899 yılında yeniden yapılmış olan bu katedralin iki gotik kulesi (105’er metre) bulunuyor.

Bu katedralin özelliği, içinde eski Slav alfabesi Glagoljica (İngilizce’de Glagolitic) ile yazılmış ve tüm bir duvarı kaplayan yazıt. Glagoljica, 850’li yıllarda iki keşiş tarafından İncil’i Slav dillerine çevirmek için icat edilmiş bir alfabe.

İkiz kuleleri ile karakterize Katedral şehrin en önemi sembolü. Katedral olarak anılmakla birlikte tam adı "The Catedral of the Assumption of the Blessed Virgin Mary"…

Katedral kadar önündeki sütun ve çeşme de bizi etkiliyor. Kutsal Bakire Meryem ve Dört Melek Sütunu… Zagreb Katedrali’nin tam önündeki meydanda yer alan sütun, üzerindeki altın renkli Bakire Meryem ve melek heykelleriyle ünlü. Melek heykellerinin hemen altında ise şırıl şırıl suların aktığı bir çeşme bulunuyor.

Bu bölgeye Kaptol deniyor. Tekrar Jelacica meydanına yürüyüp güneş batmadan heykeli fotoğraflıyoruz. Hedefimiz tarihi füniküler… Bu füniküler tam yüz yıllık. 66 m uzunluğundaki füniküler alt ve üst şehri birbirine bağlaması ile dünyanın en kısa kablolu füniküleri unvanına da sahip... Alt-üst yükseklik farkı sadece 30 metre ve bu yolu 55 saniyede kat ediyor. Tek biniş ücreti 5 kuna.

Fünikülerle çıktığımız tepede hemen şehri yüksekten izlemek için Lotrscak Kula (Kule)’ye çıkıyoruz. Ücret kişi başı 10 Kuna… Manzara çok güzel… Tüm Zagreb’i doya doya izliyoruz. Özellikle de renkli kiremitleriyle meşhur St. Mark Kilisesi (Crkva sv. Marka) Kilisenin çatısında seramikten yapılmış ülkenin üç bölgesini temsil eden eski Hırvat ve Zagreb bayrakları bulunuyor.














 

Kule’den inip Ilıca caddesinde yürürken kalabalığını görüp vardır bir hikmeti diyerek niyetlendiğimiz dondurmacıda dondurma ve tatlı ziyafeti yapıyoruz. Bunları eritmemiz lazım. Ilıca caddesini yürüyerek hostelimize dönüyoruz.

Bu gece tedbirliyim. Murat uyumadan uyuyacağım ve öyle de yapıyorum.

Yarın sabah 10’da uçağımız var. Dönüş günü…

7 Gün 3 Ülke (ARNAVUTLUK-KARADAĞ-HIRVATİSTAN) 5.Bölüm


6.Gün Split-Trogir–Sibenik-ZADAR

(12 May 2013)

En geç bugün uyandım. Saat 7… Murat kalkmıyor. Akşam o biraz hava almak için şehri turladı. Enes’le ben bir saat kadar şehri gezeceğiz.

Split… Başkent Zagreb’den sonra ülkenin ikinci büyük kenti… Liman kenti… Birçok ünlü Hırvat sporcunun Split doğumlu olması nedeniyle, şehre “Dünyanın en sportif şehri” de deniliyor. Sembolü Dalmaçyalı köpeği ve eşek... Zagreb’le başta spor ve ekonomik olmak üzere her konuda büyük bir rekabet içinde Split... Aynı ülkede olup birbirinden bu kadar nefret eden iki şehir ve şehir halkı bulmak zor...

Elimizde notlarımız ve şehir haritamız doğruca Gurgura Ninskog heykelinin önünde bulunan Strossmayerov parkına gidiyoruz. Park güzel çeşmesiyle huzur veriyor. Heykel ise restore halinde olduğu için tamamen kapatılmış. Sadece ayak parmakları açık bırakılmış. Bu heykelin ismi ve hikayesi şöyle:

 Knin şehrinden gelen Aziz Yorgo heykeli,  Grgur Ninski isimli piskoposun anısına yapılan devasa bir heykel... Bu devasa heykeldeki kişi dini hizmetlerde Latince yerine Hırvatça kullanılmaya başlanmasının öncüsü olduğundan çok saygı görüyor. Heykelin ayak başparmağına dokunmanın iyi şans getirildiğine inanılıyor. Zaten heykelin başparmağı da dokunulmaktan parlamış.

Biz de heykelin ayak parmaklarına dokunup hemen arkasındaki sokaktaki kapıdan stari grada yani eski şehre giriş yapıyoruz. Dioklecijanova isimli dar caddeyi geçerek Peristil ve Dünya Kültür Mirası listesindeki Diocletian Sarayı’na ulaşıyoruz. Şehre, Roma İmparatoru Diocletianus’un yaşamak için yaptırdığı saray kompleksinin bulunduğu alan imzasını atmış durumda. Etrafı eski şehri meydana getiriyor. Tıpkı oğlu Konstantin’in İstanbul’a adını vermesi gibi… Split (Solin)de doğan ve Roma'yı ilk defa ikiye bölerek (doğu-batı) tetrarşi dönemini getiren Roma imparatoru Diocletianus, Diokletian sarayını Split'te yaptırmış. ( 2. Diokletian sarayı İzmit'te yapılmış ve Doğu Roma'nın ilk başkenti seçilmişti).

Daha evvel imparator Diocletian’ın Mozolesi olan yerde bugün St. Domnius Katedrali var. Katedral ve bitişiğindeki kule gerçekten olağanüstü. Fotoğraf çekerken kendimizen geçiyoruz. Hedefimiz kuleye çıkmak… Kuleye çıkıp tüm şehri izliyoruz. (kişi başı 15 kuna, yani 5 TL)

Aşağıya inip Peristyle’yı yani katedralin önündeki sütunlu alanı geziyoruz. Merdivenlerle sarayın altına, mahzene iniyoruz. Şimdi çarşı olarak kullanılıyor. Tekrar Peristyle’a çıkıp oradan Hrvojeva caddesine geçiyoruz. Satıcılardan tişört alıyoruz. Tabi ki Haiduk Split tişörtleri… Espri olsun diye satıcıya Enes’in Dinamo Zagreb taraftarı olduğunu söylediğimde kadının suratı ekşiyor. Belki de bu yüzden hiç indirim yapmıyor. Baskılı tişört 45-50 kuna…








 

Tekrar parkın üstündeki caddeye çıkıp Enes’le kahvaltı yapıyoruz. Baya acıkmışız. İkişer tabak peynir ve omlet yiyoruz. Hesap 130 Kuna yani 40 TL civarı…

Hosteldeyiz. Murat’ı uyandırmak kolay olmuyor ama suyun kaldırma kuvvetinden yararlanıyoruz. Saat 10… Slavin ve biz hazırız.

Yoldayız. İlk durağımız, Split’ten yaklaşık 30 km uzaklıktaki Trogir… Aslında burası adayken şehre iki köprü ile iki taraftan bağlanıyor ve yarımada halini alıyor.

Gerçekten söylenecek kelime yok. Trogir muhteşem… Bu seyahatte gördüğüm en güzel güzellik… Burada yaşamak isterim… Unesco boşuna tüm şehri dünya mirası listesine almamış.

Slavin bizi St. John the Baptist kilisesinin yakınında bırakıyor. Kiliseyi fotoğrafladıktan sonra Kuzey Kapısından şehre giriş yapıyoruz ve doğruca St.Lawrence katedralinin bulunduğu meydana (Loggia) geliyoruz. Katedral ve meydan oldukça etkileyici… 14. yy tarihli saat kulesi de meydanın diğer bir incisi…

Meydanda bir süre vakit geçirdikten sonra Güney kapısı istikametinde dar sokakları takip ediyorum. Bu arada Enes ve Murat meydanda kalıyor. Güney kapısından sahile çıkış yapıyorum. Şehir bir başka güzel… Camerlengo kalesine doğru yürüyorum. Kaleye giriş 20 kuna. Çok güzel manzaraya sahip kale ve yüksekten tüm şehri gözlemleyebiliyorsunuz.











 

Meydanda Murat ve Enes’le buluşup arabaya gidiyoruz. Yine yollar. Yeni durağımız Sibenik (Şibenik diye okunuyor)… Hırvatların tarihte kurdukları ilk şehir…

Yolda Sveti Stefan misali güzel bir şehir olan Primosten şehrinin yol üstünden fotoğraflıyoruz. Bir daha gelmek nasip olursa, burayı programa almak lazım diye not alıyorum.

Sibenik’e vardığımızda Slavin bizi şehir merkezinde indiriyor. Poljana diğer adıyla eski Tito meydanından aşağıya sahile doğru parkın içinden iniyoruz. Aşağıda Kral Petar’ın heykeli karşılıyor bizi. Sahilde boat fuarı var. Zamanımız yok, kıyıdan eski şehre doğru adımlıyoruz. St.Jakob katedraline çıkan merdivenlerden eski şehre ve geniş meydana doğru giriş yapıyoruz. Oldukça etkileyici bir manzara… Sırf bu alan için bile bu şehre gelinir. Eski taş yapılar, görkemli binalar… Görsel şölenin keyfini çıkartıyoruz. St. Barbara kilisesini ve saat kulesini gözlemledikten sonra şehrin dar sokaklarına adım atıyoruz. Pazar gününün sakinliği… Dükkanlar kapalı… Şehri bitirip Slavin’le parkta buluşuyoruz.








 

Şimdi hedefte bu akşam konaklayacağımız Zadar var. Güzel manzaralar eşliğinde yolculuğumuzu sürdürüyoruz. Hostelimiz Zadar’a gelmeden 5 km mesafedeki Bibinje tatil beldesi.. 5-10 dakikalık uğraştan sonra kalacağımız Sime Simunic Apartment’I buluyoruz. Çatı katı bize ait. Tam bir daire. Kahvaltısız kişi başı 10 Euro…

Eşyalarımızı bırakıp aşağıda bizi bekleyen Slavin’le beraber Zadar’a yol alıyoruz. Slavin bizi tam Kral Tomislav caddesindeki köprü başında indiriyor. Slavin’le vedalaşıp kapıdan eski şehre giriş yapıyoruz. Eski şehir derin bir hendek ile anakaradan ayrılmış ve günümüzde yarımada halini almış.

Giriş kapısının yanındaki merdivenden yukarı çıkarak üst yola ulaşıyoruz. Kara Kapısı yönünde yürüyüp Kraliçe Jelena Madijevke meydanına ulaşıyoruz. Burada Beş su kuyularını görüyoruz. Bu kuyular 16’ncı yüzyılda, Venedikliler tarafından yapılmış ve şehrin su ihtiyacını karşılayan kuyular. Osmanlı kuşatmalarına dayanmak için yaptırılmıştır. Osmanlı tehdidi sona erdiğinde ise, bu bölgede bir park yapılarak, kuyular koruma altına alınmış. Bugün ise şehir halkının buluşma yeri haline gelmiş. Alanda ayrıca St.Simeon kilisesi de mevcut…

Yönümüzü Kara kapısına çeviriyoruz. 1543 yılında, deniz kapısını da yapan, Veronalı mimar Michele Sanmicheli tarafından yapılmış. Kapının üstünde: St.Mark Venedik Aslanı ve şehrin koruyucu azizi olan St.Chrysogonus’un rölyefi var. Kendisi, bu rölyefte, at üstünde görülüyor.

Kara kapısını fotoğrafladıktan sonra şehre tekrar giriş yapıyoruz. Karşımıza City Centinel çıkıyor. Saat kulesinin olduğu bu yapı şimdi kitapçı olarak işletiliyor. Aynı yönde yürümeye devam ediyoruz. St. Mary kilisesini gördükten sonra etkileyici güzelliğiyle St. Donatus kilisesi karşımıza çıkıyor. Kilisenin yakınındaki Roman Forumunu görüyoruz. İlerlemeye devam edip St. Anastacia kilisesini gördükten sonra hedefimiz Dalgaların orgu ve Greeting to the sun

Zadar’ı Zadar yapan bu iki güzellik, yapay ve yarımadanın ucunda… "Sea Organ" Dalgaların Orgu… Dalgaların kıyıya vurmasından yararlanılarak denize inen basamaklara yerleştirilmiş borularla elde edilen müzik sesi.. Adanın ucuna iskelenin altında kalacak şekilde bir org (kilise orgu gibi düşünün) tasarlanarak yerleştirilmiş. Bu org dalgaların hareketi ile melodiler oluşturmakta. Özellikle Zadar'ın güzel günbatımı ile birleşince çok hoş bir atmosfer ortaya çıkıyor. Tam bu saatlerde tüm turistler bu bölgeye toplanıyor. Bu müzik eşliğinde gün batımını seyrettikten sonra da buradan ayrılmayın çünkü bir başka güzellik bu defa güneş batınca sizi burada bekliyor olacak. Tam bu bölgedeki yaklaşık 30 m çapındaki solar enerji ile çalışan "Greeting to the Sun" adı verilen 300 çok katlı ve çok renkli ışıklı cam zemin gün boyu güneşten aldığı enerji ile gün batımından sonra dalgaların sesi ile uyumlu olarak renk oyunları yaparak ışık gösterisi sunuyor. Bu zemin üzerinde tüm turistler gibi bir fotoğraf çektirmeden ayrılanı sınırdan çıkartmıyorlar :)

Sadece bu iki yer bile Zadar'ı görmeniz için yeterli bir neden çünkü dünyada bu yapıların bir eşi yok.

Dalgaların orgunu duyabilmek için uzanıp kulaklarımızı deliklere iyice yaklaştırdık. Elbette bildiğiniz org değil ama evet bir ses çıkıyor :)

Güneş panelinde insanlar toplanmaya başlamıştı. Daha güneşin batmasına iki saat var. Bu arada yemek yiyelim diyoruz ve köprüye doğru sahil tarafından yürümeye başlıyoruz.

Önümüze taksiciler çıkıyor. Yarınki programı halletsek fena olmaz. Genç bir taksici ile pazarlık yapıyoruz. Programımız şöyle: Sabah 7’de bizi kaldığımız Bibinje’den alacak. Doğruca Plitvicka Milli parkına gideceğiz. Orada 3-4 saat vakit geçirdikten sonra bizi Zagreb’e bırakacak. Pazarlık sonucu 240 Euro’ya anlaşıyoruz. Adı Josefin…

Taksi işi de tamam… Artık pizza zamanı… İtalyan hâkimiyetinin yaşandığı bu topraklarda pizza yemezsek olmaz. Üç farklı büyük pizza söyleyerek midemize bayram yaptırıyoruz. Toplam hesap 30 Euro…

Güneşin batışına yarım saat kala tekrar yürümeye başlıyoruz. Yediğimizi eritmemiz lazım. Manzara gerçekten muhteşem… İnsanlar toplanmış bu güzel anın tadını çıkartıyorlar. Biz de onlara katılıyoruz.
















 

Bir saat kadar vakit geçirdikten sonra artık dinlenme zamanı. Yarın sabah erkenciyiz. Josefin’i telefonla arıyoruz ve bizi Bibinje’ye bırakıyor. Böylece sabah gelirken bizi aramakla vakit kaybetmeyecek.

Ve gece… kabusum oluyor. Murat’ın hiç affı yok. Beraber yatıyoruz. Ama ben yatamıyorum. O ne horlama Allah’ım… Ona acıdığımdan kızamıyorum. Enes de öbür yataktan karşılık veriyor arada bir. Tek farkı bu zaten. Murat aralıksız, Enes dinlene dinlene horluyor.

Tv açıyorum, kitap okuyorum. Kitabımı bitirmek dışında bir faydası olmuyor bu uykusuzluğun. Sıfır uykuyla sabah ediyorum.

Bugün zor olacak.