Bundan bir kaç sene evveline kadar İskender Pala'ya hep mesafeli duruyordum. Benim gözümde İskender Pala, süslü ve ağdalı cümleler kuran, işi gücü sadece divan edebiyatı olan bir isimdi. Bunda büyük abimin payı vardı elbette. Daha ilkokul ve ortaokulda iken abimin okuduğu İskender Pala kitaplarına bakardım. Galiba anlamamanın verdiği kızgınlığı yazara yüklemiştim.
Divan şiirini sevdiren adamı ancak bu önyargımı yıktıktan sonra sevebildim.
Efsane bir ilk oldu benim için. Şubat ayında okuduğum bu romanı yazarın 7 kitabı takip etti. 2013 senesi Haziran ayına gelmişken, İskender Pala'nın 8 kitabını okumuş oldum. Anlaşılan, bu sene İskender Pala'ya çalışmışım.
İşte Kahve Molası yazarın okuduğum sekizinci/son kitabıydı. Okuma şartlarım hiç de kitabın ismine uygun değildi. Günü birlik arkadaşla Ankara'ya gittik bu son Cumartesi. Arabada gidiş ve dönüşte ve bir de bir saatlik AVM molasında kitabı bitirmiş oldum.
Elimde kırmızı kalemim... Araba viraj yaptıkça altını çizdiğim satırlar karalamaya döndü neredeyse...
Kitabı kesinlikle tavsiye ediyorum. Kültür ve tarih sohbeti tadındaki bu eseri sıkılmadan okuyacak ve seveceksiniz. Heybemize dolduracağımız çok değerli bilgiler var sayfalarında...
İşte kitaptan altı çizilesi paylaşımlar...
* "Tarihin arka sokaklarında dolaştığım uzun yıllar boyunca pek çok insanla karşılaştım. İtiraf etmeliyim ki ne sefere giderken üzümünü kopardığı asmaya akçe kesesini bağlayan atama rastlayabildim, ne de harem havuzunun çevresinde yarı çıplak cariye kovalayan sultana."
Ahh şu tarihi olduğu gibi bırakabilsek keşke... Bugünü ve geleceği zaten kirletiyoruz, bari tarihe insaf dairesinde yaklaşabilsek...
Efsanelerin ve yalanların olmadığı sadece gerçeklerin olduğu bir tarih... Ne güzel olurdu değil mi?
* "Toprak altındaki bedeni ölü ama gönlü diri kişi, yüreği ölmüş ama vücudu diri kişiden daha iyi değil midir?"
Ne kadar doğru, değil mi? Cismin gider dünyadan da adım hep yaşar.
* "Sultan 2.Murat, oğlu 2.Mehmet'e tahtı emanet ettikten sonra huzuruna izinle girer, karşısında el pençe divan durarak "Hünkarım!" yahut "Devletlüm!" hitabıyla, o da izin verilirse, konuşabilirmiş."
Sergilenen tavra bakın! Henüz 14 yaşında bir delikanlı ve üstelik oğlun... Burada saygı kişiden öte makama gösteriliyor. Çünkü o makamdaki kişi devleti temsil ediyor. Bugün devletin idarecisine mesela başbakanına takınılan tavrı bir kıyaslayalım bununla.
* "Dili arılaştırma adı altında kelimeleri değiştirmek isteyenlerin bazıları, aslında kelimeleri değil, o kelimelerin arka planını oluşturan düşünce sistemini, anlayış ve dünya görüşünü hedef edinmektedirler."
Çok doğru... Mesela "güle güle" geldi, "Allahısmarladık" gitti. Sadece kelime mi değişti sizce?
* Esperanto Dilini duymuş muydunuz? 1880'li yıllarda Polonyalı Yahudi Zamenhof tarafından geliştirilen bir dil. Amaç, tüm insanların birbirini anlayabileceği bir ortak dil oluşturabilmek. Bizi ilgilendiren kısım ise bu fikri hayata geçirmek isteyen ilk kişinin bir Türk olması: Ekmekçizade Mehmet Muhiddin Efendi ve Balibilen dili...
* "Evladım! Rızkını iyilerle paylaş. Çünkü iyiler arkadaşsız yemek yemezler."
* "Şeriatta şu senindir, bu benim
Tarikatta hem senindir, hem benim
Hakikatte ne senindir, ne benim"
* İstanbul Fatih'teki Kıztaşı dikilitaşının Bizans'ta bir kız yahut kadının namusundan şüphelenilecek olunduğunda bu sütunun altına götürüldüğü ve dikilatışın üzerinde heykeli bulunan Afrodit'in namus konusunda karar vermesinin beklendiğini biliyor muydunuz?
* "Tohum, büyüyüp gelişmek için önce toprağa düşmek zorunda. Öyle ya, her mütevazı olanı Allah'ın rahmeti büyütür."
* Turist taşıyan otobüs dinlenme molası verir. Muavin garsona 35 turist ile kendisi ve şoförü kastederek seslenir: "35 kahve, 2 nescafe"
* Adım= at-ı-m (ayağı bir defa öne doğru atmak)
* "Geçmişten birikim almadıktan sonra geleceğe ne bırakabiliriz?"
* "Kültür kılıca hep galip gelmiştir. Milletleri yıkan, savaştaki değil, kültürdeki mağlubiyettir."
* "Ana dilini güzel konuşup yazmayı edebiyat sanıyorlar."
Bu algının olduğu toplumda edebiyat tabi ki gelişemez.
* "Tenkit aslında müessire (eser sahibi) değil esere yönelik olması gerekirken, bizde maalesef bunun tam tersi anlaşılır."
* "Arkadaş mı daha iyidir yoksa kardeş mi? - Kardeş dost olsa daha iyidir."
* "İnsanın bazen dinlediklerini de duydukları gibi algılaması bir erdemdir."
11 Haziran 2013 Salı
10 Haziran 2013 Pazartesi
Yapılmadan Yıkmaya Çalıştığımız Köprü
İstanbul Boğazı’na yapılacak üçüncü köprünün temel atma
töreninde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün köprüye verilecek ismi açıkladığı andan
itibaren bir tartışma aldı başını gidiyor:
Öte yandan, köprüye Yavuz Sultan Selim isminin verilmesinin
Alevi vatandaşlarımızı rahatsız ettiğini düşündüğümüz gibi, Aleviler de beraber
yaşadıkları halkın büyük çoğunluğunca sevilen bir Osmanlı padişahı olan Yavuz
Sultan Selim hakkında sarf edilen sözlerden incindiklerini düşünmelidirler.
"Neden Yavuz Sultan Selim Köprüsü?"
Deniliyor ki Yavuz Sultan Selim ismi bir yerlere mesaj
verilmek amacıyla bilinçli olarak tercih edildi. Bu isimle hem İran’a, hem
Suriye’ye ve hem de İslam âlemine mesaj veriliyordu. (Yavuz Sultan Selim İran’ı
mağlup etmiş, Suriye’yi fethetmiş ve hilafeti de Osmanlı’ya getirmişti.)
Bununla birlikte bir gerçek var ki köprünün ismi Alevi
vatandaşlarımızı rahatsız ediyor.
Yavuz Sultan Selim’in alevi katliamı yapıp yapmadığı bir
tarih meselesidir. Ben bu meselenin toplum kısmıyla ilgiliyim. Çünkü alevi
dostlarım, komşularım var. Çünkü benim ülkemde aleviler yaşıyor.
Yavuz Sultan Selim ve alevi katliamı meselesinde toplumuzdaki genel inanışları
şöyle özetleyebiliriz:
- Yavuz bir Sünni olarak planlı/programlı bir şekilde alevi
katliamı yapmıştır.
- Yavuz, Sünni-alevi çatışmasından değil, otoriteye isyan
ettikleri için alevi katliamı yapmıştır. Bu sebeple, isyan edenler Sünni
olsaydı da aynı hadiseler yaşanacaktı.
- Hayır kesinlikle iddia edildiği gibi bir hadise
yaşanmamıştır.
Bu ülkenin alevi vatandaşları bu tarihi iddiayı gerçek kabul
edip buna inanıyor olabilirler. Bunu ve bu ismin alevi vatandaşlarımızı neden
rahatsız ettiğini ve üzdüğünü anlamamız gerekiyor. Bu açıdan bakarsak köprüye
başka bir ismin mesela Mimar Sinan isminin verilmesi düşünülebilir.
Buraya kadar her şey normal…
Normal olmayan ve ürkütücü olan, alevi vatandaşlarımızın bu
ismin sünnilerce kasıtlı olarak seçildiğine inanılmasıdır. Eğer bu inanç mevcut
ise, asıl düşünmemiz gereken mesele budur.
Gönüller ayrı ise, bu ülkenin her yerini köprülerle
doldursak ne ola?
Ve biri lütfen açıklasın, neden yakın tarihimizde Dersim
gibi bir acının yaşanmasına sebep olan kişilere ve zihniyete gösterilen tepki, köprünün
ismine gösterilen tepkinin onda biri kadar olmuyor? Havaalanına Sabiha Gökçen
isminin verilmesi bu kadar tepki aldı mı bu ülkede?
Bu halkın büyük bir çoğunluğu Yavuz Sultan Selim’i seviyor.
Onu bu topraklara, millete ve islama büyük hizmet etmiş bir padişah olarak
görüyor. Bu yüzden çocuklara Yavuz Selim ismi konuluyor. Ve hatta bir baba bir
oğluna Hasan/Hüseyin ismini verirken diğer oğluna hiç düşünmeden Yavuz Selim
ismini verebiliyor.
Siz hiç Yezid, Muaviye isminin verildiğini duydunuz mu?
Muaviye ve Yezid’deki ortak algının Yavuz selim isminde
olmaması kimin suçu? Demek ki burada bir art niyetin aranması doğru değil.
Ayrıca ismini Yavuz Sultan Selim koymak için köprü
yapılmadığına göre, köprüyü yani projeyi daha önemsememiz gerekmez mi?
Ne dersiniz, bu isim köprü ve otoyol yapımıyla meydana
gelecek çevre sorunlarını gözden uzak tutmak için tercih edilmiş olamaz mı?
Bu arada sevinmemiz gereken bir gelişmeyi de göz ardı
etmeyelim:
Eskiden köprüye karşı çıkılırdı, şimdi ise isme itiraz
geliyor.
9 Haziran 2013 Pazar
Gezi Parkında Unutulmuş İki Soru
Her şey ağaca sarılan elleri çözmek için ellerin uzanmasıyla
başladı. (?)
Sorulacak çok soru var. Bu aslında güzel bir şey. Soracak
sorumuz varsa, cevap almaya/bulmaya layıkız demektir.
Gezi parkında ve daha sonra neredeyse tüm yurda yayılan
eylemlerde kimler vardı? Bunun cevabını verebilirsek, meselenin ne olduğu
üzerine daha sağlıklı sorular sorabiliriz.
Gezi parkında ağaçlar kesilmesin diye çadırında nöbet tutan
çevreye duyarlı gönüllüler vardı. Ben bahçemde büyük bir hevesle diktiğim dört
meyve ağacına –meyve vermeye başladılar halbuki- gerekli özeni gösteremesem de
bu hassasiyeti çok iyi anlayabiliyorum. Öyle ki çevre problemleri için kendini
zincirleyen eylemcilere hiç şaşkın şaşkın bakmamışımdır. Bir balina için hiç
gözyaşı dökmedim ama balina katliamı için çırpınan insanlarla arama mesafe
koymadım asla.
Ben bunu anlayabiliyorken, İstanbul gibi koca bir şehrin yöneticileri
anlamamışlar mıdır? İtiraf edemesek de gözlerimiz mecbur bırakıyor bizleri, bu
yerel yönetim İstanbul’a yeşillik adına çok büyük hizmetlerde bulunmuştur.
Öyleyse bu insanlar böyle bir müdahaleye neden maruz kaldı?
Polis emir alır. Emri söylendiği veya anladığı şekilde
uygular. İki ihtimal var: Polis ne dendiyse aynen ona göre hareket etti. Polis
söyleneni yanlış anladı veya “sabahın köründe bizi ne hallere soktunuz, alın
size” diyerek kişisel siniriyle hareket etti. Toplu sinir? Zor… bu ihtimal zayıflıyor.
Polise emir verenler nasıl bir sadist ruha sahip ki böyle
bir müdahale yaşanıyor? Bu mümkün müdür? Herkes tanıdığı vali ve emniyet
müdürüne göre bu sorunun cevabını versin. İnsaf sahipleri bu ihtimalin de zayıf
olacağını söyleyecektir.
Peki, komplo olamaz mı? Bizler her meselede devlet içinde
devlet aramayı seviyoruz. Bu meselede niye bu ihtimal uzak tutuluyor?
Mesela cemaat… Hani hep deniliyor ya, cemaat emniyette çok
güçlü… F tipi yapılanma vs… Ve duymuyor muyuz ve şahit olmuyor muyuz; cemaat
ile hükümet bir çekişme içinde. Hakan Fidan krizi bunun en bariz örneği değil
mi? Belki koparılmak istenen ağaç değildir, “fidan”dır.
Bu soruya cevaplarımızı hızlı hızlı vermeyelim. Olay sonrası
cemaatin takındığı tavrı da göz önünde bulunduralım. Her olayın arkasında
Ergenekonvari yapılanmayı gösteren cemaat neden bu olayda farklı tavır takındı?
Vurma-kırmalar ve yakmalar haricinde sokaktaki halk
haklıydı, Erdoğan ise suçluydu. Çünkü aşırı otoriter bir tutum içine girmişti.
Gücünü paylaşmıyordu.
Gücünü kimle paylaşmıyordu?
Kadrolaşmada tek kaynak
olmayı isteyen cemaat ile başbakanın bu konuda çatışma içinde oldukları epeydir
konuşulmuyor muydu?
Ülkem zarar görüyorsa, her ihtimalin düşünülmesinde fayda
var.
Belki aradığımız cevap, sormak istemediğimiz sorudadır.
Kimler vardı sorusuna devam edelim.
Polisin aşırı şiddetini gören (nerede gördüler?) insanlar
buna doğal bir tepki olarak gezi parkına koştular. Bu nedenle sokağa dökülen
insanlar olayı nereden gördüler çünkü medya hala anlaşılmayan bir nedenle olayı
görmemezlikten gelmişti.
Alın size bir
ikinci soru:
Bu kadar büyük bir medya anlaşma olmadan böyle bir olaya karşı nasıl
ortak bir tepki gösterebilir? Eğer olay ani geliştiyse, bu ortak tepkinin doğal
olarak zuhur ettiğini söyleyebilmek epey zor değil mi?
O zaman olay ani,
plansız gelişmemiş olabilir diyebilir miyiz?
Gezi parkında kimler vardı sorusunu sordukça cevap yerine
sorular geliyor.
Eylemci gruptan daha iki sınıfı düşünmüşken cevabı zor iki
soru elimizde kaldı.
Bu iki soru cevapsızken, başka soru sormaya gerek var mı?
8 Haziran 2013 Cumartesi
Heyy Facebook Arkadaşım! Arkadaşım Olur musun?
Facebook ....... isimli profil, yaş 20, arkadaş sayısı 2768...
Hep şunu sorardım kendi kendime:
"Bir insanın binlerce arkadaşı nasıl olabilir?"
Ben iki yüzü geçmemesine dikkat ettiğim arkadaş listemle bu sorunun cevabını kendime çoktan vermiştim zaten.
Ve bir gün bir olay meydana geliyor... Ben yarı yarıya saflara bölünen bir arkadaş listemin olduğunu görüyorum.
Benim bu safın hangisinde yer aldığımın ne önemi var ki?
İnsanların ciddi ciddi yaralandığı ve hatta ölümlerin kaçınılmaz olarak yaşanacağının belli olduğu bir hadisede bir önceki gün yediğimiz yemeğin fotoğrafını, sevdiğimiz şarkının linkini paylaşan bizlerin şaşılacak derecede değiştiğimizi görüyorum. Ve asıl şaşılacak şey, kimse buna şaşmıyordu.
Sorumsuzca paylaşımlar... Bulunmadığın ortama ait resimler, videolar yayınlamalar... Sözün nereye gideceğini düşünmeden karalanan yazılar...
Oysa facebook duvarında "ne düşünüyorsun" yazıyor. Yani "düşünmeden yazma" diyor, "düşün öyle yaz" diyor. "Ben buradayım, acele etme, bin düşün bir yaz" diyor yani.
Tarih 06/06/2013... Facebook duvarımda bin düşünerek, defalarca silerek şu satırları paylaşıyorum:
"Arkadaşlar!
Hepimiz bir sınavdan geçiyoruz.
Lütfen sağduyu...
Tayyip Erdoğan, sen, ben veya bir başkası... Geçici bunlar... Kalıcı olan bu vatan...
Benim iki çocuğum var, bunlar Tayyip Erdoğan'ı görmeyecek, ben onlara bu vatanı, bu toprakları bırakacağım...
Geçici olanı yaralayalım/öldürelim derken kalıcı olana zarar veriyoruz.
Neye tarafsın? Taraf olduğun şey seni o kadar bağlamış ki doğrulara değil, tarafına bakıyorsun sadece...
İşte o yüzden tarafından, senin gibi düşünenlerden paylaşım yapabiliyorsun..
Mesela ölen göstericiyi duvarında paylaşırken ölen polisi görmüyorsun.
Mesela ölen polisi görürken, ölen göstericiyi görmüyorsun.
Mesela polis copunu, biber gazını, darbını paylaşırken, atılan taşları, yakılan araçları görmüyorsun.
Mesela atılan taşları, yakılan araçları görürken, polisin şiddetini görmüyorsun.
Mesela Taksim'de "mevlid simidini" görürken, başörtülülere, namaza gidenlere hakareti, camide içki içenleri görmüyorsun.
Mesela İslama/dine hakareti görürken, eylemdeki dindarları, kandil duyarlılığını görmüyorsun.
Mesela çapulcuyu duyuyorsun, O.Ç. Tayyip küfürlerini duymuyorsun.
Mesela O.Ç. Tayyip küfürlerini duyuyorsun, çapulcuyu duymuyorsun.
Fark edelim artık... Ölüyoruz...
Hiç bir şey duyamayacak hale gelmeden önce duyalım her şeyi... Kendimiz duyalım, kendimiz görelim, kendimiz düşünelim...
Gelin facebook arkadaşlığını değiştirelim... Bu mecrayı güzel kullanalım...
Birlikte düşünelim... Tartışarak düşünelim... Birbirimizi ikna etmek için değil, birbirimizi anlamak için tartışalım...
Açalım bir sayfa... Madde madde yazalım ve üstünde konuşalım... herkes samimi şekilde düşüncelerini yazsın...
Hepimiz bir sınavdan geçiyoruz.
Lütfen sağduyu...
Tayyip Erdoğan, sen, ben veya bir başkası... Geçici bunlar... Kalıcı olan bu vatan...
Benim iki çocuğum var, bunlar Tayyip Erdoğan'ı görmeyecek, ben onlara bu vatanı, bu toprakları bırakacağım...
Geçici olanı yaralayalım/öldürelim derken kalıcı olana zarar veriyoruz.
Neye tarafsın? Taraf olduğun şey seni o kadar bağlamış ki doğrulara değil, tarafına bakıyorsun sadece...
İşte o yüzden tarafından, senin gibi düşünenlerden paylaşım yapabiliyorsun..
Mesela ölen göstericiyi duvarında paylaşırken ölen polisi görmüyorsun.
Mesela ölen polisi görürken, ölen göstericiyi görmüyorsun.
Mesela polis copunu, biber gazını, darbını paylaşırken, atılan taşları, yakılan araçları görmüyorsun.
Mesela atılan taşları, yakılan araçları görürken, polisin şiddetini görmüyorsun.
Mesela Taksim'de "mevlid simidini" görürken, başörtülülere, namaza gidenlere hakareti, camide içki içenleri görmüyorsun.
Mesela İslama/dine hakareti görürken, eylemdeki dindarları, kandil duyarlılığını görmüyorsun.
Mesela çapulcuyu duyuyorsun, O.Ç. Tayyip küfürlerini duymuyorsun.
Mesela O.Ç. Tayyip küfürlerini duyuyorsun, çapulcuyu duymuyorsun.
Fark edelim artık... Ölüyoruz...
Hiç bir şey duyamayacak hale gelmeden önce duyalım her şeyi... Kendimiz duyalım, kendimiz görelim, kendimiz düşünelim...
Gelin facebook arkadaşlığını değiştirelim... Bu mecrayı güzel kullanalım...
Birlikte düşünelim... Tartışarak düşünelim... Birbirimizi ikna etmek için değil, birbirimizi anlamak için tartışalım...
Açalım bir sayfa... Madde madde yazalım ve üstünde konuşalım... herkes samimi şekilde düşüncelerini yazsın...
Farklı düşünceden korkmayalım. Benim her düşünceden arkadaşım olmalı, bu benim zenginliğim... Ama benim arkadaşlarım kesinlikle insan olmalı...
Var mısınız?"
Var mısınız?"
......
Galiba Facebook arkadaşlarımızla arkadaş olabilirsek, sorunlarımızı çözmek için umutlanabiliriz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)